Değerli dostlar, sevgili okuyucularım…Rahmetli Necip Fazıl’ın, gençliğe hitabesinde; ‘‘devrimbaz kodamanların viski çektiği kamıştan borularla, ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım, bu gençlik karşısında başımı secdeye mıhlayıp bir ömü

Değerli dostlar, sevgili okuyucularım…

Rahmetli Necip Fazıl’ın, gençliğe hitabesinde; ‘‘devrimbaz kodamanların viski çektiği kamıştan borularla, ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım, bu gençlik karşısında başımı secdeye mıhlayıp bir ömür boyu ALLAH (C.C.)’a hamd etme makamındayım” sözünde  ki gibi, işte ben de son iki yazımı maalesef yüreğim şerha şerha kanayarak yazıyorum.

1940’lı yıllarda İslam ülkeleri birer birer fitne ve fesat yuvalarıyla darmadağın edilmiş ve başlarına adeta hikmeti kendinden gayrimenkul diktatörler getirilmiş ve Siyonizm tam hızıyla iş başında,  İsrail devleti kurulmasına adım adım yaklaşılmakta… Ve Türkiye Cumhuriyeti de bu tablodan nasibini almış… İngiliz Loyd Corc’un ‘‘Bu Kur’an Müslümanların elinden  alınmadıkça  onlara karşı galip gelmemiz mümkün değil’’ sözlerine karşılık Barla’nın dağlarından, Kuran-ı Kerim’den aldığı ilhamla Bismillahirrahmanirrahim diyerek bir ses yükseliyor!… Kendisine Doğu illerinin şeyhülislamlığı verildiği halde, istibdat başladığı vakit çeşitli İslam ülkelerinden buraya gel, Medine’ye gel denildiği halde, Milletinin imanını kurtarmak için Türkiye cumhuriyetinden ayrılmamayı tercih etmiş ve Şeyh Sait tarafından defalarca haber gönderilerek başkaldırıya davet edildiği halde ‘‘İslam’a ve Kur’an’a bin yıldan fazla zamandır hizmet etmiş bu milletin çocuklarına kılıç çekilmez’’ diyerek ret cevabı gönderen, O’nun da bu işten vazgeçmesi için ihtar eden Bediiüzzaman Said Nursi, ‘‘Ben Kur’an-ı Kerim’in sönmez ve söndürülemez bir güneş olduğunu tüm dünyaya ispat edeceğim’’ diye tüm yüreğinde ki hür ve kuvvetli imanıyla seslenmiş.

Mücadele içinde daima müspet hareketi düstur edinerek, fert fert insanların günde birkaç kez imanının tehlikeye düştüğü  ortamda, İmanı kurtarmak için emaneti Rabbine teslim ettiği güne kadar bu mücadeleyi devam ettirmiş. 27 Mayıs ihtilalinin eli kanlı darbecileri mezarına bile tahammül edememiş, hala sır olan meçhul bir yere alınıp defnedilmiştir.

Hayatı mahkeme ve zindanlarda geçmiş, daima kanaat ve şükür üzere yaşamış ve milletine kendisi kürt olduğu halde Türkçe olarak, her yıl yüzlerce akademisyenin, binlerce makale ve tartışma yazılarıyla ülkemize gelip sempozyumlara katıldığı, Risale-i Nur Külliyatını emanet bırakmıştır. Kendisine teveccüh edildiği zaman kendisinin de biçare bir Said olduğunu ya da herkes gibi bu yolda bir ders arkadaşı olduğunu söylemiş ve asıl teveccüh edilmesi yani önem verilmesi yönelinmesi gerekenin Kur’an-ı Kerim ve Kuran’dan süzülen Risale-i Nur’un olması gerektiğini söylemiştir. Hayatı boyunca kimse elini öpmeyi başaramamıştır.

1970’li yıllar, İzmir’de bir vaiz normal vaizlerden farklı bir şeyler anlatıyor insanlara. Beslendiği en önemli kaynak Risale-i Nur… Fakat zaman ilerledikçe yönelimler, ilgi duymalar külliyattan ziyade, vaize kaymaya başlamış, ana düsturdan çıkılınca risale-i nur talebeleri ile (Bediüzzaman’ın sağlığında ona hizmet etmiş, meseleyi ve davayı özünden almış talebeler) arası açılmış ve kestane pazarında kendine ve kurallarına ait bir yol oluşturarak, yoluna devam etmiş. 1980 darbesinden sonra buhran devirleri ve Işık evlerinde uzunca bir müddet Risale-i Nur’a ait külliyat kaldırılmış, ardından seri halinde Prizma ile başlayan kitap silsilesi ile devam edilmiş… Bu günlere gelinmiş…

Risale-i Nur hareketinin ana düsturu; her yerde, her zaman iman hizmetine devam etmektir.

Yani önce müessese sonra hizmet diye bir yöntem risale-i nur talebelerine ait değildir. Kur’an-ı Kerim’in emrettiği metot da ‘‘emri bil maruf nehyi anil münker’’ yapmak ve bunu ilan edip tebliğ etmektir. Yani ALLAH (C.C.)’ın emrettiklerini yapmak ve yasak ettiklerinden kaçmaktır. Ama gaybı ve kalpleri yalnızca ALLAH (C.C.) bilir. Yani Müslümana düşen yalnızca öğrenmek, uygulamak ve öğretmektir. Yani Bediüzzaman’ın dediği gibi “Biz bize düşen  görevi her fırsatta yerine getireceğiz ve vazife-i ilahiyeye karışmayacağız. Hırs hasarettir diyor ve alimin en büyük imtihanı da enaniyettir. Kendinde bir keramet görme ve başkalarına karşı adeta bir fazilet furuşluk ilan etme bataklığı önüne imtihan olarak çıkabilir.

Enaniyet inanmışların yoluna çıkacak olan şeytan layinin en önemli silahlarındandır. ALLAH (C.C.) tüm samimi ve ihlas sahibi  Müslümanları bu imtihandan muhafaza buyursun. Amin…

Önce müessese sonra hizmet derseniz, taviz verirsiniz bir de samimi inanmış insanları akıncı masallarıyla uyutursanız bütün oluşacak, onların kalp ahlarnın vebalini de üzerinize almış olursunuz. Hele Farzlara kılıf aratır hale gelir. Müesseseleri ele geçirme adına adeta Hz. Süleyman’ın Hüt Hüt’ünün dediği gibi, İslam camiine ve üniversitesinin duvarlarına harama göz yumma çamurlarının sürülmesi gafletine dalarsınız… Mücadele etmeye çıktığınız ahtapot ile mücadele ederken bir bakarsınız o kollardan biri siz olursunuz… Bediüzzaman’ın 13. sözde dediği gibi Şeriat-i islamiyye (İslam kanunları) kalesinde toplu iğne kadar bir delik açsanız, şeytan bunu fırsat bilip o deliği genişletir de genişletir ve bir bakmışsınız ne kale kalmış ne de sizin hürriyetiniz…. Ve yıllar geçmiş kestane pazarındaki samimi halkadan etrafınızda kimseler kalmamış. Ama yerinde kafalarında bir saplantı taassup ile yarım yamalak yetişmiş, global sermaye ile iç içe geçmiş bir vizyon ve goygoycu takımı tipler  görürsünüz.

Fakat piramidin alt kısmında samimane ve saf bir inanışla Kur’an-ı Kerim’e hizmet ettiğini düşünen gerçek sahiplere asla söz söylenemez. Hırs ile, iman hizmeti ile hiç alakası olmayan yöntemler kullanırsanız… Onlar, Hüt hüt’ün çamurudur ve korkarım, o hoplaya zıplaya fırlatılan bumeranglar maalesef çıktığı yere geri dönecektir. Bütün beşer şaşar kimse bu imtihanda korunmalı değildir… O yüzden bize düşen, ALLAH (C.C.)’a hidayet vermesi için dua etmektir. İşte kestane pazarında başlayıp Pensilvanya’da son bulan maceranın öyküsü..

Meğer maksat gerçekten başkalaşmış, ahtapota vuran yumruk ahtapotun kolu oluvermiş.

Yine eserlerin müellifi Bediüzzaman’ın ‘‘Şer ile kemalat olmaz, kem hayra alet olmaz’’ düsturunu iyi anlamalıyız.

ALLAH (C.C.) bizleri hakkı hak bilip hakka uyan, batılı batıl bilip batıldan kaçan, ihlas ve sabır sahiplerinden eylesin. Amin… Hoş kalın


Adapazarı

15/01/14

03:15