Kelebekler,
Oksijenin bol olduğu yerlerde konaklar.
Benim yüreğimde de çoğaldılar,
Demek ki hâlâ nefes alıyorum,
Ya da çoktan gitmiş canların
Nefesini taşıyorum içimde.

Gece kelebekleri vardır:
Karanlığa meydan okuyan,
Işığa dokunmak için yanmaya hazır
Küçük kahramanlar.

Gündüz kelebekleri vardır:
Güneşle dans eden,
Çiçeklerin alnına işlenmiş
Renkli mühürler.

Belki biz de onların soyundanız.
Kanatlarımız görünmez,
Ama hep çırpınırız;
Ömür denen arenada
Ölüme hazırlanır gibi.

Bazen bir mezar taşına inerler,
Bazen de kapalı penceremin
Suskun pervazına.

Ben fısıldarım: “Öldünüz mü?”
Onlarsa kanatlarını titreterek der ki:
“Biz ölmedik.
Ölmek, insana mahsus bir yanılsamadır.
Biz sadece mekân değiştiririz.

Her kanat çırpışı
Bir haber, bir sır, bir ağıttır:
Kimi dua taşır,
Kimi selâm,
Kimi de çoktan göçmüşlerin
Rüzgârla yazdığı mektupları.

Ben duyarım,
Sizse yalnızca suskun renkler görürsünüz.
Oysa her renk bir destandır:
Mavi sabrı öğretir,
Sarı hatıraları,
Kırmızı ayrılığın yangınını.


Ve işte en büyük sır:
Kelebekler ölmez.

Onlar, her defasında
Sevdiklerimizin gözlerinden süzülen
Bir ışıkla geri gelir.

Her gelişleri bir kavuşmanın yankısıdır,
Her gidişleri ise
Sonsuzluğa yazılmış
Yeni bir ayrılık destanı.