Belki de bütün bu mutsuzluklarımızın, hüsranlarımızın, yetersizliklerimizin adı yorgunluk…

Bir tek büyükler mi? Görüyorum ki çocuklarımız da yorgun. Son günlerde sıkça duyduğum ama kendime hiç yakıştıramadığım “herkeste, her şeyde yorgunluk” hâli…

Demirin bile bir müddet sonra yorulduğu reaksiyoner bir düzende, biz insanoğlu yorulmuşuz çok mu? En çok da zihinsel ve ruhsal yorgunluk…

Bütün bunlara bir de neyi ekliyoruz? “Ekonomik yorgunluk.” Sanırım en ağırı da bu; bizi günden güne fakirleştiren bir yorgunluk. Yetersizlik hissi, zavallılık hâli, eşe çocuğa yetememek…

Oysa almak da, vermek de Allah’ın ilahi incileridir; insanı mutlu eden aslında tam da budur.

Her şeyde, her yerde yorgunluk…

Mesele bedenlerimiz değil, ruhlarımızın yorgunluğudur. Beden, ruhtaki yorgunluğun dile gelişidir; bir isyanın sözlü başkaldırısı, içimizin hayata yansıması, sevgisizliğin tezahürüdür.

Dedim ya, mutsuzluğun adıdır yorgunluk…

Söylendiğinde isim bulmuş hâli, içinizdeki yoksunluğa giydirilmiş bir elbisedir. Yorgunluk bazen gereksiz bilgilerle, gereksiz insanlarla, gereksiz sohbetlerle gelir. Ayıklasan da bitmezler; mantar gibi çoğalırlar. Bazen beş dakika konuşup seni yoran, bazen de saatlerce konuşup seni dinlendiren insanlar vardır.

Benim içimdeki cimcime pek yorulmaz; o hep mutludur, bazen mutsuzluklarıyla bile…

Çünkü sevgiye, mutluluğa ve gülmeye kodlamıştır şifrelerini ve hayatını.

Hoş gelmiş Aralık…

O zaman yorumsuz, yorgunsuz ve sorunsuz gelsin her şey.