“… Çoğu zaman su bile yoktu. Bir cepheden öbürüne giderken, atların toynak izlerinde birikenleri içerdik eğilip. Artık ne kadarı suysa...… Günlerdir cephede yemek yoktu. Bir ateşkes zamanı haber geldi. Yemek gelmiş. Birliklerin önüne kazanlar kurup, altı

 

“… Çoğu zaman su bile yoktu. Bir cepheden öbürüne giderken, atların toynak izlerinde birikenleri içerdik eğilip. Artık ne kadarı suysa...

… Günlerdir cephede yemek yoktu. Bir ateşkes zamanı haber geldi. Yemek gelmiş. Birliklerin önüne kazanlar kurup, altında ateşler yaktılar. Kazanları suyla doldurup, cepheye çuvallarla gelen kuru baklaları içine döktüler. Su kaynamaya başlayınca, üzeri dört parmak kurt oldu. Aşçılar kepçelerle sıyırıp atıyordu. Kimsenin içi bulanmadı. Sıcak yemek yiyecektik. Hepimiz elimizde yemek taslarımızla kendi birliğimizin kazanlarının önünde sıraya girdik. Bir an önce pişmesini bekliyorduk. Sade suya kaynatılan baklanın kokusu her tarafı sardı. Pişti dediler, ön sıraların taslarına yemek konmaya başlamıştı ki, İngilizler ateşkesi bozdu. Bombalar patlayınca hepimiz siperlere koştuk. Bütün kazanlar devrildi, yemekler toza toprağa karıştı… Yiyemedik…”

Dedemdi. Çanakkale Gazi’siydi. Madalyası vardı. Yaşlı ve yalnız olduğu için bizimle otururdu. Evin alt katındaki kendi odasında kalırdı. Ben ve erkek kardeşim çok küçüktük. Muhtemelen çok yaramazdık ve sanırım biraz annemin ayağının altından çekilelim de kadıncağız işini gücünü yapabilsin diye bizi odasına alır ve savaş hikayeleri anlatırdı. Bazen anlatırken ağlardı. Onun anlattıklarını dinlemek, Cüneyt Arkın filmlerini seyretmek gibiydi. Hoşumuza giderdi. O her seferinde hikayelerini, “Savaş çok kötü bir şey… Allah size ömrünüz oldukça hiç savaş göstermesin…” diye bitirirdi.

Çok sevdiği kuzeni Murat’ın şehit düşmesinin ardından, belki de kendince onun intikamını alma isteğiyle 18 yaşında gönüllü gittiği cepheden, 28 yaşında gazi olarak döndü.. 10 yıl boyunca o cepheden öbürüne sürüklendi, 2 yıl Girit’te esir kaldı, zeytin bahçelerinde çalıştırıldı. Sıcak ekmeğin içine zeytinyağı döküp, şeker serperek yemeyi orada öğrendi.

Döndükten sonra Adapazarı Yunanlılar tarafından işgal edildiğinde akrabalar tarafından ve İstanbul’daki “Saraylı Hala”nın da yardımıyla oradan kaçırılan kız kardeşlerini ve en küçük erkek kardeşini tekrar toparladı. Evini barkını yeniden kurdu. Bu yüzden geç evlendi, geç baba oldu. Öldüğünde 90 yaşındaydı. Öyle pek camiye filan gitmezdi ama Çanakkale’de tarihin yönünü değiştiren “Sarı Paşa”ya çok dua ederdi. Çevresindekilere göre varlıklı sayılabilecek bir hayat sürdü. Bir daha açlık çekmedi.

Ama ölene kadar, yiyemediği “kurtlu baklanın” hikayesini anlattı…

Bütün Çanakkale Şehitlerinin anısına, saygıyla, minnetle...