Masallar doğaüstü kahramanlıkların ve olayların dilden dile aktarıldığı anlatılar olarak bilinir ama hayal ürünü de olsa hayata dair öğütler içerdiği yabana atılmaz bir gerçektir. Ben bugün bir masalla sizlere merhaba demek istedim.  Umarım beğenirsiniz…

Zamanın birinde bir dudağı yerdeee, bir dudağı gökteee bastı mı yeri titreten, tüm canlılara korku salan bir dev yaşarmış. Tek derdi kendisini ve ailesini refah içinde yaşatmak için dünyanın bütün kaynaklarını sömürmekmiş.

Dev, yine kendi çıkarları için “kime ne yapsam?” diye düşündüğü bir gün, ormanın kenarından sessizce yürürken hayvanların gürültüsünü duyar.  Merakla olan biteni izlemek için bir köşeye siner oturur.  Ormanın bütün hayvanları bir meydanda toplanmış bağıra, çağıra tartışıyorlarmış. Ne yapsak ne etsek de ormanın Kralı Aslan’ı yok edebilsek, diye düşünüp tartışıyorlarmış. Orman sakinlerinden bazıları iyi avlanamadıkları için Aslan’ı suçluyormuş; bazıları hep avlanan oldukları için, bazıları yağmur yağdığı için, bazıları da çamur olduğu için. Bazıları güçlü olduğu için sevmiyormuş Aslan’ı, bazıları da neden hep o kral oluyor diyormuş…  Böyle düşünüyorlarmış, düşünmesine ammaaa Aslanı nasıl alt edeceklerini de bilemiyorlarmış.

Gizli gizli bu toplantıyı izleyen Dev, çıkmış ortaya, orman sakinleri korku içinde kaçışmışlar her bir tarafa. Dev “dostlarım, kaçmayın benden, gelin yaklaşın, konuştuklarınızı duydum, size yardım etmek istiyorum” demiş. Orman sakinleri Dev’in iyi niyetli, sevecen halini görünce sevinmişler. Artık Aslan’la baş edebilecek güçlü bir dostları olmuş çünkü. Dev ile yapılan işbirliğine karşı çıkan orman sakinleri olmuş olmasına amma azınlık oldukları için sözleri dinlenmemiş. Sonunda Aslan’ı tahtından indirip yok etmeyi başarmışlar. O gün ormanda bayram etmişler, bir şenlik, bir cümbüş kiii; öyle böyle değil. Dev, tok ve yorgun olduğu için şenliğe katılamamış. Orman halkının bu mutluğu bir gün sürmüş. Dev ertesi gün ailesiyle birlikte, orman sakinlerinin bazılarını yemiş, bazılarını evine hizmetçi, bazılarını bekçi, bazılarını da daha sonra yemek için zindanlara kapatmış. Sağ kalanlar için de özgürlük gitmiş mi elden… Kaçıp kurtulabilen orman sakinlerine ne mi olmuş? Hiçbir yere sığamamışlar… Sığınmak istedikleri uzak, doluymuş tuzak ve bu diyarlar ya dayanamayacakları kadar soğukmuş, ya da sıcak, ya çamurmuş ya da çorak… Yok olup gitmişler, onlardan geriye hiçbir şey kalmamış; bir daha hiç hatırlanmamışlar, gelecekleri de olmamış… Dev, umutluymuş “nasıl olsa kavga eden yardımımı önemseyen başka bir topluluk bulurum” deyip kıs kıs gülüyormuş.

Onlar ermiş muradına diyemeyeceğim… Bir dakika bir dakika “bu masalı daha önce duymamıştık” diyenlerinizi duyar gibi oldum. Evet, bu masalı daha önce hiç duymadınız, çünkü bu masalı ben uydurdum. Ama bütün masallar gerçekler için uydurulmamış mı zaten? Etrafınıza dikkatle bir bakın, Yalancı Çoban’ı, Kötü Kalpli Kraliçe’yi, Kurnaz Tilki’yi görebileceksiniz. Ve belki, Alaaddin’i sihirli lambasıyla, bir de cesur Keloğlan’ı görebileceksiniz…

Eee bu yazının sonunu da masallara layık bir üslupla bağlamak farz oldu. Gökten üç elma düştü; biri

 Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır

 Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır

Diyebilenlerin başına, biri bu masalı düzen anlatanın başına, biri de siz değerli okuyucularımızın başına.  Haydi, kalın sağlıcakla.