Kardeşlerim. Çok zaman oldu. Çok konu birikti. Lakin eskiden savaş hikâyeleri anlatılırdı. Şimdi savaş hikâyelerine özne oluyoruz. Şimdi her gün birini bertaraf ediyoruz. Bir kısmını gâlip, bir kısmını mağlup. Çünkü biliyoruz. Galip olan her daim sadece ve sadece Allah’tır.

Sizlere PKK ve PYD’nin nasıl bir dönüşüme sokulduğunu ve ABD’nin neden PKK’ya karşı bizim yanımızda göründüğünü ve arka planda yatan alçakça planı anlatacağım. Sizlere Birleşik Arap Emirlikleri ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin Türkiye’ye karşı Afrika’da başlattığı istihbarat savaşını anlatacağım. Sizlere Vatikan öncülüğünde Türkiye’ye karşı yapılan ABD-RUSYA antlaşmasını anlatacağım. Sizlere İran’ın Türkiye’ye mülteci kılığı ile soktuğu ajanları anlatacağım. Sizlere ABD’nin Kudüs’te elçilik açtığı gün Erdoğan’ı sarayında ağırlayan İngiliz Kraliçesinin ne teklif ettiğini ve karşılığında ne istediğini anlatacağım. Sizlere Yeni Türkiye’yi nelerin beklediğini anlatacağım.

Yârenler. Sırası ile El-Bab, Afrin ve İdlib kontrol operasyonları sonrası Amerika bir şeyin farkına vardı. Buraları kendi elleri ile bize teslim etmişlerdi. PKK’nın Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki varlığı aslında Türkiye’ye tehdit değil, bir davet niteliğindeydi. Türkiye bu fırsatı çok iyi kullandı. ABD’de binlerce PKK leşi ve Türkiye’nin kan dökerek aldığı topraklar büyük yankı uyandırdı. PKK’nin sınır hattında Türkiye için bir tehdit değil, cüretkâr bir davetiye olduğunu geçte olsa anladılar. Şimdi ikinci bir plan yapıldı. PKK, YPG, PYD gibi ne kadar terör unsuru varsa Kuzey Irak’a çekilip siyasi mekanizmalara entegre edilecek. Amaçları komünist ermeni yapılanmayı peşmergeye itelemek ve Kuzey Irak’ta peşmergenin etkinliğini kırıp, Barzani üzerinden Sünni Kürtlerin Kuzey Irak’taki ağırlığını kırmak. Barzani, bağımsızlık referandumunda Türkiye yerine İsrail’e biat ederek ilk ve son fırsatını tepti. Şimdi planın ikinci aşamasında PKK tarafından ağırlığı kırdırılacak. Ve Kuzey Irak’ta peşmergenin, Sünni Kürt yapılanmanın yerini sosyalist, ermeni tabanlı, kripto terör yapılanmaları alacak. Ortada PKK yokken, Türkiye’nin Kuzey Irak ve Suriye’nin Kuzeyindeki varlığı sorgulanacak. Ancak unuttukları bir şey var. Kan dökülerek alınan hiçbir toprak parçası, ikinci bir kan dökülmeden verilmez, verilemez. Belli ki verdiğimiz ders yeterli olmadı. Fazlasını istiyorlar. Ne kadar kan istiyorlarsa iki mislini dökeceğiz. Ne kadar toprak istiyorlarsa iki mislini alacağız. Gördüler, görüyorlar, görecekler. Şüphesi olanı Afrin ikna etmediyse, El-Bab ikna etmediyse Sudan’da, Katar’da, Somali’de kurduğumuz üsler şahit olsun. Siz şahit olun. Bu yazı şahit olsun.

Dostlarım… Şimdi size 1500 yılında Yavuz Sultan Selim’in başlattığı ve Erdoğan’ın Devlet hafızasından cımbızlayarak çekip önlemini aldığı Kıbrıs, Kudüs ve Sevakin, Mekke mührünü anlatacağım. İyi kulak verin. Tarih tekerrür ettiğinde sorun yaşanmaz. İnsan bunu unuttuğunda sorun yaşanır.

Amerika’nın konsolosluğunu Kudüs’e taşıma kararını uyguladığı gün Erdoğan’ın İngiltere ziyaretinin hepinizin dikkatini çektiğini biliyorum. O güne, o ziyaretin denk gelmesi elbette tesadüf değil. Kıbrıs’ın fethinin sebebini tarih kitapları bize Akdeniz ticaret yollarının hâkimiyeti olarak anlatsa da asıl sebebin Kudüs’ün güvenliği olduğu aşikâr. Kudüs’ün fethinden yaklaşık 50 yıl sonra, Kıbrıs’ın İtalyanlardan alınmasını ticaret güvenliği olarak açıklamak tarihin talihsizliğidir. Nitekim Yavuz ve Kanuni gibi iki hükümdarın zamanından bahsediyoruz. Avrupa’ya kapitülasyonların çerez gibi dağıtıldığı zamanlarda Kıbrıs’ın fethi sadece ama sadece Kudüs’ün ve Hicaz’ın güvenliği ile açıklanabilir. Bunu biz unuttuk. Onlar unutmadılar. Şimdi hatırlama zamanı kardeşlerim. Şimdi hatırlatma zamanı. Erdoğan’ı saraya davet eden İngilizler kim mi? Yüzyıllar boyunca Osmanlı’nın elinde olan Kıbrıs’a, Rus işgalini bahane ederek askeri üs kuran ve daha sonra Yunanlıların burayı işgalini görmezden gelerek Erbakan’ın müdahalesine kızarak Ecevit’i esir alanlar. Şimdi Kudüs tehlikedeyken yine devreye girdiler. Kardeşlerim. Sizlere özetle diyorum ki; Kıbrıs’ı almadan “Kudüs’ü aldık” diyemezler. Kıbrıs bizdeyken, bir ayağımız her zaman Kudüs’tedir. Bunun farkındalar. Erdoğan’ı bu yüzden davet ettiler. Teklif çok açıktı. Türkiye’ye 10 yıl boyunca her yıl 80 milyar dolar nakdi yardım yapılacaktı. Karşılığında ise Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti birleştirilecek ve İngiltere’nin hakemliğinde bir meclis kurulacaktı. Özetle Erdoğan’dan Kıbrıs’ı satın almak istediler. Önüne de maliyet tablosu koydular. Bu tabloyu koydukları gün BBC Türkiye haber sitesinde ve sosyal medya hesaplarından hızlı bir manşet geçti. Manşet tam olarak şöyleydi: “Erdoğan’ın Türkiye’yi ayakta tutabilmesi için yıllık 60 milyar dolara ihtiyacı var.”

Kardeşlerim. Büyük resmi görüyor musunuz? Kâfirlerin nasıl iş bölümü yaptığını görüyor musunuz? Trump, Kudüs’ü başkent ilan ederken, İngiltere yine üzerine düşeni yapmakla meşgul. Biri Kudüs’e saldırırken, diğeri Kudüs’ün muhafızı konumunda olan Kıbrıs’ı alma derdinde. Amerika ve İngiltere arasında bir bayrak kavgası olduğunu inkar etmiyorum. Amerika Çin sermayesini satın alarak Asya, Afrika ve Ortadoğu’da etkinliğini muhafaza etmeye çalışırken, İngiltere Çin’e karşı bölgede Türkiye’yi kontrol etmek istiyor. İkisinin de amacı İslam dünyasını sindirmek. Birisi yok ederek, diğeri kontrol ederek bu hedefi gerçekleştirme derdinde. Bunu yaparken İngiltere’nin bir taşla birkaç kuş vurma hevesi devam ediyor. Dediğim gibi kardeşlerim bu onlar için sadece bir bayrak yarışından ibaret. Bizim için bu bir var olma meselesiydi. Rabbimin izni ile var olma mücadelemiz yok etme hedefine doğru evriliyor. Bu yolda boğazımızdan kesiyoruz. Bu uğurda Anneler mutfaktan, babalar mesaiden, çocuklar cep harçlıklarından oluyorlar. Küçük küçük damlalar bunlar. Ama bu damlalar birleşince Kızılay’ın Sudan’da, TİKA’nın Afganistan’da, AFAD’ın Türki ülkelerde, Diyanet’in Avrupa’da büyüyen sessiz ordusuna dönüşüyor. Herkes cephesini şekillendiriyor. Herkes emri bekliyor. Bu damlaların her biri 1000 yıl önce Asya’dan Anadolu ve Balkanlar’a gönderilen borçların diyeti olarak Asya’ya, Afrika’ya ve Balkanlar’a geri ödeniyor. Hamedanilerin, Farmedilerin, Harakanilerin, Horasan erenlerinin emanetleri yerlerine teslim ediliyor. Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin Orta Asya’da başlattığı sessiz devrim 21. Yüzyılda “Yeryüzü Operasyonuna” dönüşüyor. Ne mutlu asker olmak isteyene, ne mutlu asker olabilene, ne mutlu bu uğurda evine bir ekmek eksik alana. Ne mutlu…

Anlatacaklarım var demiştim. Bu yazıları ne olur yabana atmayın. 2013’de yazdığım yazı da, bugün kaleme aldığım yazı da birbirine eş değer. Çünkü bu yazılar günübirlik yazılan köşe yazıları değil. Bu yazılar hedeflerimiz, savaşımız, mücadelemiz ve kızıl elmanın bir asır sürecek hikayesi. Okuyun ve okutun. Dinleyin ve dinletin. Ve yazı bittiğinde harekete geçin. Sokağa çıkın. Şehirlere yürüyün. Ülkeleri gezin. Yol arkadaşları edinin. Malazgirt savaşından önce nasıl Anadolu’da Horasan erenleri mücadele verdiyse, sizler de bizi bekleyen o günden önce yeryüzüne dağılın. Liderinizin başlattığı Yeryüzü Operasyonu’nun bir parçası olun.

Kardeşlerim. Bu kısmı çok dikkatli okuyun. Yavuz Sultan Selim’in 500 yıl önce Kıbrıs’ı Kudüs’e, Sevakin’i de Mekke’ye mühürlemesi bugün nasıl tekerrür ediyor iyi anlayın. Sudan şimdiden Türkiye ile birleştiğini ilan etmeye hazırlanıyor. Sevakin adası Türkiye’nin Afrika’da biz de varız mesajı ile beraber bambaşka bir anlam daha taşıyordu. Yavuz Sultan Selim Kıbrıs’ı fethetmeden önce Sevakin adasını fethederek hem Mısır’ı, hem Mekke’yi kontrol altına almıştı. Sizlere tarihten bu kadar örnek vermemin bir sebebi var. Hiçbir şey ama hiçbir şey tesadüf değil. Kıbrıs, Kudüs, Mekke ve Sevakin tarihte aynı tarihlerde Osmanlı’nın eline geçmişti. Unutmayın. Şimdi de bu bölgeler yine aynı zamanda hareketleniyor. Kıbrıs nasıl Kudüs’ün muhafızı ise, Sevakin de Mekke’nin muhafızıdır. Erdoğan’ın Sevakin hamlesi sadece Batı’yı değil Suud ailesini de çok kızdırdı. Suud ailesi Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden Sudan’da terör gruplarını harekete geçirmek için silah sevkiyatı yapmak istedi. Ancak Türk İstihbaratı tarafından bu girişim engellendi. Ardından manşetlere Mogadişu, yani Somali’deki çatışmalar yansıdı. Sudan’da amacına ulaşamayan Birleşik Arap Emirlikleri Somali’de Türkiye’nin etkinliğini bitirmek istedi. Somali’de Birleşik Arap Emirliklerinden maaş alan askerler ile Türkiye’ye bağlı olan askerler arasında çatışma yaşandı. Bu çatışma gazete ve televizyonlara darbe teşebbüsü olarak geçmişti. Mogadişu’da dünyanın en büyük askeri üslerinden birini kuran Türkiye, sınırları artık Hakkâri’den, Şırnak’tan değil, Sudan’dan, Somali’den koruyordu. Afrika’da hâkimiyet savaşları çetin bir şekilde sürüyor. Bu savaşlar toprak için değil, mazlumlar için, kutsal emanetler için veriliyor. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın Devlet hafızasına bıraktığı emanetleri Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan tekrar gün yüzüne çıkarıyor. Afrika’ya her yıl binlerce Çinli işçi ABD ve Birleşik Arap Emirlikleri sponsorluğunda getirilerek yerli halkla evlendiriliyor. Afrika’da birçok ülkede Çin bedava yol, köprü, hastane ve eğitim merkezleri inşa ediyor. Karşılığında ise emrinde çalıştığı ülkelere Afrika’nın geleceğini vadediyor. Karşısında ise Türkiye’den başka hiçbir ülke, İslam medeniyetinden başka hiçbir kudret yok. On beş yıl öncesine kadar Bingöl’de, Van’da, Şırnak’ta karakol baskını yiyen Türkiye’nin 15 yıl sonra 7.000 kilometre uzakta askeri üs açması evanjelist hayallerle yayılmacı politika izleyen Batı’yı hem korkutuyor hem de heyecanlandırıyor. Amerikalı siyaset bilimci Samuel Phillips Huntington’un “Büyük Ortadoğu Projesinin önündeki tek engel İslam Dini, dolayısı ile Türkiye’dir.” tezi yüzünden hiçbirini uyku tutmuyor. Çünkü onlar vaat edilenin de, ellerinden alınacakların da farkındalar. Haklı oldukları tek bir nokta var. O da 1986 yılında Şimon Perez’in “Kuran’ın bahsettiği Müslümanlar gelsin, o zaman düşünürüz” tespiti.

Çok mu oldum bilmiyorum. Çok mu yazdım? Aylarca susmak susatıyor insanı. “Peki, Bisimit, bütün dünyanın derdi biz miyiz yani? Türkiye mi? Her şeyin merkezinde biz mi varız?” Hayır, kardeşim, hayır! Dünya’da iki kutup var. Hakikat ve şer. Zalim ve mazlum. Ateş’in kibri ve toprağın teslimiyeti. Türkiye bu savaşta boynuna geçirilen onlarca ilmiğe rağmen geçmişini unutmayan, tarafını unutmayan tek ülke oldu. Yâni Türkiye bütün bu savaş boyunca Türkiye’den ibaret olmadığını anlayan tek akıl oldu. Yâni kâfirlerin hedefinde Afrika var, Ortadoğu var, Asya var. Anadolu’da suyu, Afrika’da tarım arazilerini, Ortadoğu’da enerjiyi, Asya’da da insan gücünü kontrol altına almak istiyorlar. Tıpkı 1100’lü yıllarda yaptıkları gibi haçlı seferleri düzenlemek istiyorlar. İşte size tarihin bir başka naziresi. 1100’lerde Kudüs’e ulaşmak isteyen onlarca orduya dur diyen Kılıç Arslan’ın torunları, bugün yine mazlumu yok etmek için yola çıkanların başına bela oluyor. Ne Malazgirt’i, ne Miryakefalon’u, ne Kosova’yı, ne de Sakarya’yı unutmadılar, unutmayacaklar. Yeni Dünya nizamı için yok edilmesi gereken ne kadar insan varsa yok etmek için yola çıktılar. Onlar bizi, biz de onları iyi tanırız.

Kardeşlerim. Yazılarımda çok fazla iç siyaset anlatmıyorum. Türkiye’nin iç siyasetinde olan biten her şey, bizi dışarıda durdurmaya ve içeriye hapsetmeye yönelik hamleler. Artık milletimiz bu durum tespitinin ötesine geçmiştir. Rabbimin esmasına sonsuz şükürler olsun. Bu artık tartışma konusu bile değildir. Ancak sosyal yaşantımıza dair küçük bir not düşmeden yapamayacağım. Kardeşlerim, sizden ricam balkonlarınızı veya evinizin güneş gören bir odasını minik bir bahçeye dönüştürün. Bizi marketlere hapseden bu sisteme bir tuzak da siz kurun. Çocuklarınıza hobi amaçlı da olsa çiftçiliği öğretin ya da öğrenebilecekleri imkânlar tanıyın. Hayvancılığı öğretin ya da öğrenebilecekleri imkânlar tanıyın. Hepimiz minik ama bahçeli evlerimizde 30 yıl önce fakirken bizlere apartmanlar zenginlerin oturduğu yapılar gibi gösterildi. Şimdi o apartmanlara fakirler sıkıştırıldı, kapitalist sistemin çarkını elinde tutanlar ise o bahçeli evlere saldırdılar. Kardeşlerim. Bu hayatta varoluş amacımız nedir? Unuttuk mu? Yiyeceğimiz bir lokma ekmek, bir bardak su değil mi? Köylerimiz bizlere bunları vermiyor mu? Peşine düştüğümüz sistemin bizi birer köle haline getirdiğini görüyor musunuz? Kaybettiğimiz onca zaman, boşanan ve parçalanan aileler, unuttuğumuz gelenekler, kaybolan gençlik… Bunlar da büyük savaşın bir parçası değil mi? Düşmanı en çok ne korkutur biliyor musunuz? Kendi kendine her açıdan yeten bir millet. Bizler Batı’nın bize uydurmaya çalıştığı tüketim toplumlarından değiliz. Biz Müslümanız. İhtiyacımız olanı alır, fazlasını dağıtırız. Bizler ihtiyacımız olanı üretir, fazlasını üretmekten imtina eder, toprağa bile gerekirse bir yıl dinlenmesi için mühlet veririz. Size yalvarıyorum. Bunları ne unutun, ne de çocuklarınıza unutturun. Değirmeni, bahçeyi, sütü, ağacı, toprağı, asla ama asla bırakmayın. Milli Savunma Sanayii hamleleri ile sağ elimizdeki kılıcı keskinleştirirken, sol elimizdeki kılıcı unutmayalım. Bu coğrafyanın çocukları savaş meydanında iki kılıç taşır. İkisi de keskin olmalıdır. İkisinden de vazgeçmemeliyiz. Vazgeçmeyeceğiz.

Ekonomiden dem vuranlara sesleniyorum. Erdoğan’a tıpkı Birleşik Arap Emirlikleri gibi zengin bir ülke olma vaadi sunuldu. Karşılığında istediklerinin bir kısmını yukarıda anlattım. Türkiye zengin ve müreffeh bir ülke olacak. Çin’e alternatif olarak hem Ortadoğu’da hem de Afrika’da desteklenecek; ancak ülkenin kilit noktaları İngiltere kontrolünde tutulacak ve böylece zengin köleler olarak son kaleyi de para karşılığında teslim etmiş olacaktık. Bu teklif reddedildi. Bir karar verildi. Bu karar bizim dirayetimizle desteklenmeli. Milletimiz Yeryüzü Operasyonu’nun farkında olmalı. Size açık söylüyorum. Daha önce de söyledim. Her sabah uyandığınızda bir savaşa uyanır gibi uyanın. Yaptığınız işi bir mücadele, çalıştığınız yeri bir cephe olarak görün. Çünkü tam olarak olmamız gereken konum bu. “Bu Yahudiler dünyayı nasıl kontrol ediyor yahu” hayretinin cevabı tam olarak bu tespitte yatıyor. Şu an var olma mücadelesi veren onlar değil, medeniyetimiz. Bu savaşta o partiye ya da şu partiye güvenmiyorum. Benim teminatım mukadderattır. Benim teminatım bana biçilen rolü en iyi şekilde temsil ettikten sonra, son nefesimi verirken tebessüm edebilme rahatlığıdır. Dünyanın bütün telaşlarından sıyrılırsak, dünyada mazluma biçilen bütün fay hatlarını patlatmış oluruz. Ondan sonra şahitlik edeceğiniz depremlerin yıkacağı duvarlar Gazze’ye Kudüs’ün kapılarını açacaktır. İstanbul ile Roma’yı birleştirecektir. Mekke ile Medine’yi özgürleştirecektir. Bana ya da sözlerime değil, Allah’a itimat edin. 1986’da Şimon Perez’in gelmesinden korktuğu Müslümanlar olun. Var mısınız? Yük olmaktan bıkmadınız mı? Üç gün süren boykot yalanlarından bıkmadınız mı? Televizyonlarda Batı kültürünü çocuklarımıza empoze eden dizilerden bıkmadınız mı? Evinizdeki televizyonları kırma cesaretiniz yok mu? TV izlemek yerine çocuğunuzun elinden tutarak dışarıda ağaçları, meyveleri, hayvanları, insanları, mücadeleyi tanıtma cesaretiniz yok mu? Üstümüze sinen bu tembellikten kurtulma cesaretiniz yok mu?

Daha anlatacaklarım bitmedi. Vatikan ilk defa 2018 Şubat ayında ABD ve Rusya arasında arabulucu rol oynadı. Vatikan’ın bu girişimi Suriye’nin güneyinde muhaliflerin direnişini kırdı. Şimdi aynı ittifak Suriye’nin kuzeyinde de görülecek. Rusya’nın müttefik rolü tamamen tiyatrodan ibaret. Hepsinin farkındayız. Onlar da bizim farkında olduğumuzun farkındalar. Türkiye ile ilgili karar verildi. Şu ana değin yaşadıklarımız savaşın sadece başlangıcı. Ama göreceksiniz. Bizi ya soracaklar ya da sınayacaklar. Soracakları makam neresi olursa olsun alacakları cevap bellidir. Sınayacakları coğrafya neresi olursa olsun, aradıkları savaşı bulacaklar. Çünkü biz hatırladıkça onlar unutuyorlar. Bizi Mekke çöllerinde aslanlar Hamza diye anlatacak. Denizlerde korsanlar Barbaros diye… Bize Libya çöllerinin kumları Ömer Muhtar diye merhamet eder. Bizi İran’ın Kisra saraylarına sorarlar, Ömer’dir orada adımız. İstanbul surlarında Fâtih, Plevne’de Gâzi Osman. Bizi dostumuza sorarlar. Ebû Bekir diyecektir. Dosta merhamet, düşmana gazabımız ezeldendir. Bir yeminimiz var. Zâlim olan korkar ki garabettendir. Bir yeminimiz var. Mazlum olan sevinir ki adâlettendir. Ey bu yazıyı okuyan kardeşim; ölümüne karar kılınmış Muhammed’in (sav) yatağına talip olan Ali (r.a) gibi olmaya hazır ol. Cephede yanında savaşacağın arkadaşını şimdiden seç. Çünkü Şeytan ve hizmetkarları Darunnedve’de Türkiyenin yıkılmasına karar verdi. Bunun farkında olan Devletin hem içeride hem dışarıda bütün birimleri ile harekete geçti. Yeryüzü Operasyonu başladı. Artık bir kılıç yetmeyecek. İkisini de hazırla! Sefer bizim, zafer ALLAH’ındır… (Bisimit)

Sağlıcakla kalın…