Son zamanlarda birçok STK’nın karşı çıktığı ‘tüm aile bireylerini hukuksal anlamda da çok yakından ilgilendiren’ ve gündemden düşmeyen İstanbul Sözleşmesi nedir önce açıklamasını kısaca yapalım…

İstanbul Antlaşması; 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılan, TBMM tarafından 14 Mart 2012’de kabul edilen, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren , ‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi’dir...

2018 verilerine göre 45 ülke tarafından imzalanmış, ancak 27 ülke tarafından onaylanan İstanbul Sözleşmesi, “kadına karşı şiddetin önlenmesinde hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belge” niteliği taşıyor...

İsmi masumane olan bu antlaşma metni, kelimenin tam anlamıyla aile yapısının temeline dinamit koyan bir tuzaktır...

Birçok Hıristiyan ülkenin dahi kabul etmediği bu antlaşmanın yüzde 99’u Müslüman olan ülkemizde hayata geçirilmesini kabul edemez buluyor milletimiz!

Aslında bu bir toplum mühendisliği projesidir...

Batıdan elimize tutuşturulmuş bir aile yıkım projesi...

Kendi okullarımızda, kendi öğretmenlerimiz eliyle, kendi paramızla, kendi çocuklarımızı batının fantezilerinin denekleri haline getiriyoruz...

Toplumsal cinsiyet eşitliği denilen şey; çocuklarımızın, değerlerimizin, varlığımızın, geleceğimizin çalınması anlamına geliyor...

Hatta çalınması anlamına bile gelmiyor; biz kendi elimizle hırsıza onurumuzu, haysiyetimizi teslim ediyoruz...

Anneliği, eşliği ve ev hanımlığını yok etmek üzere tasarlanmış bu projenin savunucuları, eşitlik ve özgürlük gibi algılarla ev hanımlığını ve anneliği tahammül edilmesi güç bir durum ve kadının özgürlük alanını kısıtlayan, geleneklerin ve dinin kadının sırtına yüklediği bir angarya gibi sunmaktadırlar...

Eşleri birbirine düşman kılan, kadının beyanını yeterli delil sayıp erkeğin savunma hakkını elinden alan bu proje, aile yapısını bitirmeye yönelik tasarlanmıştır...

Ayrıca İstanbul’da bu antlaşmanın imza altına alınması da düşündürücüdür...

Projenin benimsediği cinsiyetler arasındaki farklılıkları tamamen yok sayan anlayışın, kadın ve erkek cinslerinin kendilerine özgü niteliklerini anlamsız kıldığı, dolayısıyla bu anlayışın cinsiyetsizlik algısını pekiştirdiği açıktır...

Bu anlaşma hayata geçtikten sonra ailede şiddet bitmemiş, aksine hortlamıştır... Çünkü bu antlaşma kadın ve erkeği bir bütünün tamamlayıcıları değil, birbirinin rakibi ve düşmanı haline getirmiştir...

Demem o ki, son günlerin tartışma konularından biri olan İstanbul Sözleşmesi’nin çözüm uygulamalarının aile içi şiddeti sona erdirmediği, aile yapısını iyileştirici ve onarıcı uygulamalar getirmediği net bir şekilde ortaya çıkmıştır...

Bu nedenle Türkiye'nin bu sözleşmeden çekilmesini talep ederken ailenin korunması, aile içi şiddete karşı taviz verilmeksizin kadın ve erkek, şiddet mağduru tüm bireylerin toplumun beklentilerine uygun iç hukuk mevzuatıyla korunması elzemdir...

Aileyi korumaya evet ve fakat İstanbul Sözleşmesine hayır…

Sağlıcakla kalın…