Karadeniz bölgesinde yerel yayın yapan Günebakış gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni ve sahibi Ali Öztürk, 17 Aralık operasyonunda savcı ve hakimlerin tutumunu köşesinde yorumladı…İşte o yazı:[12 Eylül 2010 tarihli anayasa referandumu bu ülkenin dönüm nokta

Karadeniz bölgesinde yerel yayın yapan Günebakış gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni ve sahibi Ali Öztürk, 17 Aralık operasyonunda savcı ve hakimlerin tutumunu köşesinde yorumladı…

İşte o yazı:[12 Eylül 2010 tarihli anayasa referandumu bu ülkenin dönüm noktalarından biriydi. Yargıyı, ideolojik bir refleksten ve ulusalcı bir vesayetten kurtarma referandumuydu. Buna toplumun tüm kesimleri inandı. Getirilen sistem, AB normlarında ve hukuku hakikaten bağımsızlaştıran bir sistemdi. 3 yıl önce hukuk reformuna direnen siyasiler, bugün onu koruma adına ölümüne direniş sergiliyor. YARSAV Başkanı bile AK Parti’nin 3 yıl önce getirdiği hukuk reformunu korumak için dayak yiyor.

Bütün bu savrulmaların sebebi AK Parti karşıtlığı. Bugünkü HSYK’yı bağımsız olduğu için, hukukun üstünlüğünü koruduğu için savunmuyorlar. AK Parti hükümetine zarar verdikleri için… Küresel kumpas karşısında sessiz kaldıkları için savunuyorlar. 25 Aralık operasyonu sadece 2 savcının kararı… O karar uygulansaydı… Tamamı Avrupa ile entegre olan, dış kredi kullanıp iş yapan… Dışarıdan ortakları olan işadamlarına kelepçe vurulsaydı… Ekonomi bir daha toparlanmamak üzere çökmüştü. O karar uygulansaydı, kendisinin de mütevelli heyetinde yer aldığı Şule Yüksel Şenler’in vakfına hazineden arsa bağış yaptıran Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a kelepçe vurulsaydı… Siyaset bir daha toparlanamazdı. Vakıflara arsa bağışları bir tek Şule Yüksel Şenler’in vakfı için yapılmadı ki. Türk Eğitim Vakfı’na da yapılıyor… Hizmet Cemaati’nin onlarca vakfına da… Akçaabat Tekel binaları benzer biçimde tahsis değil mi? O iki savcı mevzuata bu kadar yabancı mı? Bize göre değil… Önemli olan kelepçe takıp gözaltına almaktı. 48 saat sonra serbest kalacaklardı!..  Lakin olayın ülke içinde ve dışındaki algısı önemliydi. HSYK böyle bir tablo karşısında o iki savcıya hiç müdahale etmedi. Sahi savcıların görevi böyle miydi?

Belki biz garipsiyoruz, hukuk kim içindir? Hukuk, ülkesinin vatandaşları için ise hukuki bir işlemin usulü mutlak mıdır? O işadamları ve Vakıf yetkilileri kelepçe takılıp, evlerinden toplanmak yerine ifadeye çağrılamaz mıydı? Bunlar darbe zanlısı mıydı? Bunlar çete mensubu muydu? Hukuk, adaleti sağlarken toplumsal dengeyi sosyal olguyu,  (sosyaliteyi, ekonomiyi) dikkate almaz mı? Acaba hukuk, hukuk için mi?

Vaziyet öyle bir hal almıştır ki savcılarımız, burunlarından kıl aldırmaz olmuşlardır. Topluma yüksekten bakar olmuşlardır. Dün askerlerin zannettikleri gibi, kendilerini ülkenin bekası için tek güç görür olmuşlardır. Silahlı güçlere boyun eğdirdikleri için kendilerini çok farklı noktalara konumlamışlardır. Trabzon’da bir kurum amirinden dinledik. Bir dosya için adliyeye tanık olarak çağrılmış. Tanık olarak savcının odasına gitmiş. Bir süre ayakta bekledikten sonra oturmak istemiş. Savcı bey, “Oturamazsın, kalk ayağa, ben izin vermeden oturamazsın” demiş. Birinci derece bürokrat şaşkın: “Sayın Savcım ben tanığım, sanık değilim. Böyle davranmanız yanlış” demiş ama dinletememiş. Bilmem ne kadar süre ayakta kaldıktan sonra ifadesini verip çıkmış. Ama onda bir kanaat oluşmuş. Savcılar topluma kulelerden bakmaya başladı kanaati!..

Bir başka örnek daha var. Vatandaşın biri Valiliğe Fak-Fuk-Fon’a yardım için müracaat etmiş. Vakıf olumsuz cevap vermiş. Bunun üzerine vatandaş savcılığa suç duyurusunda bulunmuş. Al sana soruşturma… Savcılık soruşturma başlatmış. Valilik şaşkın. Yarın benzer örnek belediyede yaşanabilir. Ya da başka bir kamu kurumunda… “Belediye suyumu kesti!” şikayeti veya “Şu kurum beni mağdur etti” şikayeti… Olmaz demiyoruz. Yaşananlar bunların ayak sesleri…

Dememiz o ki hukukun üstlüğüne evet. Lakin hukuk kendini toplum üzerinde görmemeli. Millet iradesini hiçbir zaman unutmamalı. 12 Eylül 2010’daki hukuk reformu keşke bu kadar erken tüketilmeseydi. Keşke toplum iradesi ve ülke menfaatleri hukuk tarafından da önemsenseydi. Keşke HSYK ‘Yeni bir vesayet’ suçlamasıyla karşı karşıya gelmeseydi. Ne yazık ki sistemlerin oturmadığı bizimki gibi ikinci sınıf demokrasilerde böyle geçiş süreçleri yaşanıyor. Yeni yapılan değişiklik anti demokratik bir adım. Lakin bir ülkenin hukuku da küresel komplo iddiaları karşısında daha duyarlı olmalıydı. Kararını Türk Milleti adına verdiğine göre millet iradesini hukukla beraber yorumlasaydı. Hukukçular kızmasın. Herkes hukukçu olmak zorunda değil. Biz böyle bakıyoruz.]

Sağlıcakla kalın...