Dün sabah işyerimize doğru giderken bir esnaf arkadaş arkamızdan seslenip bizi çay içmeye davet etti.
Biz de kendisini kırmayıp “davete icabet” ettik. Allah’ın selamını vererek esnaf arkadaşımızın dükkânına girdik.
Tanıdık birkaç arkadaşımın daha bulunduğu bu ziyarette çayın bahane, asıl konunun ise “referandum” olduğu kısa sürede anlaşıldı…
Asıl davet “referandum” için bile olsa, eski dostların bir araya gelip siyaset konuşması harika oldu.
Kimse kimseyi kırmadan, dökmeden en önemlisi de kimse kimseye “hakaret” etmeden enine boyuna tartıştık.
Ne onlar bizim, ne de biz onların “referandum” konusundaki fikrini değiştiremedik ama en azından bazı konularda haklı olduğumuzu kabul ettiler…
Özellikle dün yine bu köşede kaleme aldığımız “yetki vermeyeceksek ne diye seçim yapıyoruz” başlıklı yazımıza biraz fazla takılmışlar.
Bu “yetki” konusunu hafife aldığımızı ve bu kadar “yetkinin” ehil olmayan birinin eline geçmesi durumunda sıkıntı yaşanacağını söyleyip durdular.
Tabu itirazlarının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına karşı olmadığını da özellikle vurguladılar…
Biz de kendilerine, “yetki” meselesinde tereddütlerini anlamakla birlikte milletin ehil olmayan birine bu “yetkileri” vermeyecek kadar feraset sahibi olduğunu söyledik.
Hele Türkiye gibi bir ülkede bu “yetkilerle” kimsenin “diktatörlük” gibi bir anlayışın içine giremeyeceğini, bu işin o kadar da ucuz olmadığını anlattık.
Eğer her “yetkiyi” eline alan “diktatör” olmaya heveslenseydi, ABD başkanları içinden şimdiye kadar “diktatör” değil “diktatörler” çıkması gerekirdi dedik…
Nitekim ABD başkanlarının elindeki “yetki” kimsede yok. Adamların elinde dünyayı “nükleer savaşa” sokacak “kodlar” mevcut!
Üstelik bugün ABD başkanları içinde en çok tartışılan “Trump” bile bu “kodları” cebinde gezdiriyor. Peki, dünyada “nükleer harp” başladı mı? Elbette hayır!
Bu kadar “yetkiye” rağmen ABD başkanlarından hangisi “diktatörlüğünü” ilan etti? “Diktatörler” sandıkla değil “darbe” ve “tek partili” dönemlerle gelir…
Kim olursa olsun! Önce kendi insanımıza güveneceğiz. Zira bu devlet ve millet dışarıdan kontrol edilen vesayet sisteminden çok çekti.
Ona güvenilmez, bu “tu kaka”, öbürü şucu, öteki bucu, hele şu var ya “diktatör” olmaya meyilli! Eeee kime vereceğiz bu ülkeyi, devleti, milleti yönetme “yetkisini?”
Hani bir laf var; “kendi kötün elin iyisinden yeğdir” diye! Sahi bize has bir sistem kurup “yetkiyi” de içimizden birine “seçimle” vermekten neden bu kadar korkuyoruz…?