Yeşilin hâlâ var olduğu 75’lerin, 80’lerin zaman dilimindeyim sanki. Huzur doldu içim. Şimdilerdeki görüntülerden, değişen coğrafya ve insanlarından değil burası…

Şehirleri, kentleri insanlara benzetirim ya; İstanbul da öyle. Her semti ayrı bir dünya, ayrı bir yaşam. Sarıyer ise gerçek bir İstanbul. Doğal dokusunu bozulmadan koruyan, birçok yeri sit alanı kabul edilmiş bir semt…

Güveni ve sadakati anlatan siyah-beyaz arşiv fotoğrafı gibi. İşte gerçek İstanbul!

Eski çay bahçeleri, kasabı, manavı, esnafı ve binalarıyla…

Denizi bile kirlenmemiş. Marmara’da bir Karadeniz sanki.

İçimi anlatamadığım bir mutluluk sardı. Sanki güveneceğim bir omuz bulmuşum gibi…

Gerçek bir beyefendi, harika bir hanımefendi gibi sade, canlı, olağanüstü hareketli ve güven veren bir kişilik, bir dayanışma.

Romen Gülcan “Aç mısın kızım?” deyince, kardeşi “Hem beni hem onu dükkânlar doyuruyor.” diyor. Herkesin dükkânının önünde kedi, köpek maması var; halkı da, canlısı da sahip çıkıyor birbirine. Bir anne, bir baba gibi sarıyor seni. Mis gibi iyot kokusu…

Hele o yapılar…

“Kimler yaşadı burada, hangi mutluluklar, aşklar, hangi ayrılıklar?” diyorsun. Bu yapılarda ihanet yok; güzel yürekler gibi, yüreğin üstüne başka yürek koymuyor. Edebinden işte…

Dedim ya, koca yürekli bir insan gibi Sarıyer.

Burası gerçek İstanbul. Hiçbir zaman dev Arap ülkelerine benzemeyecek; gerçek üslubunu ve tarzını koruyan, şık ve alımlı, büyüleyici bir semt.

Sanırım benimki de başka bir farkındalık artık…

Derinlik aramak, anlam aramak…

Bir seyirlik mavi denizde olsa, ömürlük mana katmak.