Bu yazımı daha önce de köşeme taşımıştım. Ancak her yıl “18 Mart” gelip çattığında “er Halil’in mektubu” aklıma gelir.Vaktiyle “Türkiye Gazetesi’nden” Vehbi Tülek’in “Çanakkale Zaferi” ile ilgili kaleme aldığı bu yazısını okuduğumda çok etkilenmiştim.Dola

Bu yazımı daha önce de köşeme taşımıştım. Ancak her yıl “18 Mart” gelip çattığında “er Halil’in mektubu” aklıma gelir.

Vaktiyle “Türkiye Gazetesi’nden” Vehbi Tülek’in “Çanakkale Zaferi” ile ilgili kaleme aldığı bu yazısını okuduğumda çok etkilenmiştim.

Dolayısıyla Çanakkale’de verdiğimiz “250 bin şehidin” anısına bu yazıyı sizlerle tekrar paylaşmak istedim.

İşte tarihe, “Çanakkale geçilmez” diye yazdıran kahraman neslimizin bir zamanlar nasıl bir “ahlak” ve “inanca” sahip olduğunu anlatan o yazı…;

“Çanakkale Savaşı’nın en kanlı sahneleri yaşanıyordu. Kocadere Köyü’ne büyük bir “Sargı evi” kuruldu.

Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Sivaslı, çok sayıda yaralı buraya getiriliyor ve tedavi ediliyordu.

Yaralı kahraman erlerden biri de Lâpseki’nin Beypaş Köyünden “Halil’di.” Yarası çok ağırdı.

Nefes alıp vermesi gittikçe zorlaşıyordu. Kesik kesik kelimelerle komutanına; ‘Komutanım, dedi.

Ölme ihtimalim çok. Şu yazılı notumu arkadaşıma ulaştırın. Ben köylüm Lâpsekili İbrahim Onbaşı’dan bir Mecidiye borç aldıydım.

Kendisini bir daha göremedim. Belki ölebilirim. Borçlu ölürsem söyleyin hakkını bana helâl etsin.’

Komutan çok duygulandı. Kırmızıya boyanmış alnını eliyle silip saçını okşarken cevap verdi;

Sen merak etme evlâdım. Ve... Kahraman er Halil, biraz sonra komutanının kolları arasında “şehit” oldu.

Sargı evine sürekli yaralılar getiriliyor, bunlardan çoğu daha buraya ulaşmadan şehit düşüyordu.

Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyordu. Fazla zaman geçmedi. Komutana yeni bir künye ve yanında bir not ulaştı.

Komutan daha gözyaşlarını silememişti. İçinde bir not bulunan kâğıdı açıp okuyunca, olduğu yere yığılıp kaldı.

Ellerini yüzüne kapatıp hüngür, hüngür ağlamaya başladı. O kâğıttaki not şöyleydi:
  “Ben Beypaş köyünden arkadaşım ‘Halil’e’ bir Mecidiye borç verdiydim.

Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin. Ben hakkımı helal ettim…”

İnsan düşünmeden edemiyor. Böyle bir nesilden nasıl oldu da bu hallere düştük. Demek ki vaktiyle bir yerde ciddi bir yanlış yapıldı.

Neyse ki bugün yapılan bu yanlışın farkına varan birileri çıktı da geç de olsa bu yanlıştan dönülmeye çalışılıyor.

Allah bu millete tekrar, “Çanakkale’den er Halil’in mektubu” gibi “mektuplar” yazacak yeni bir nesil yetiştirmek nasip etsin. Âmin…