Adam bir otomotiv fabrikasında çalışıyor.

Önünden bir bant geçiyor.

Bu bandın önünde kendisine verilen görevi yapıyor.

Mesai süresi 8 saat.

Yani 8 saat bandın önünde ayakta durup işini yapıyor.

Kimse de çıkıp;

- Yahu ben ayakta durmaktan yoruluyorum.

- Bel fıtığı oldum.

- Şuraya bir “tabure” atayım da işimi öyle yapayım.

- Kesin teminat veriyorum.

- İşimi asla aksatmam.

Diyemiyor.

Sıkıysa desin…!

***

Ve ya;

Adam kendi mağazasında ilerleyen yaşına rağmen gelen müşterisini bir aşağı bir yukarı gezdiriyor.

Mal satıp para kazanmak için.

Gün geliyor saatlerce ayakta dikiliyor.

Dil döküyor.

Olmadı mağazayı yukardan aşağıya gezdiriyor.

Müşterisi kaçmasın diye;

- Sen şöyle bir gez.

- Benim dizim ağrıyor.

- Ayakta duramıyorum.

Gibi bahanelere sığınmıyor.

Zira işin içinde para var…!

***

Dahası;

Adam bir sivil toplum kuruluşunda yönetici!

Bazen her gün toplantıları oluyor.

Önünde bir kürsü ve mikrofon!

Ayakta saatlerce anlatıyor da anlatıyor.

Dinleyiciler;

- Kısa kesse de gitsek.

Diyor ama o saatlerce ayakta durup anlatıp duruyor…!

***

Hele bir de devlet erkânından birileri ziyaretlere gelip bu erkân karşılamaya gidildiğinde bütün gün bilmem nerede ayakta bekleniyor.

Üstelik devlet erkânı gelecek diye saatler öncesinden hazır olunuyor.

Bazen gün boyu beklenip ayakta kalınabiliyor.

Gelen erkânın eli sıkılıp bir “selfie” çekebilmek için ne ayak ağrısı akla geliyor ne de bel ağrısı.

Maşallah kimsenin gıkı çıkmıyor…!

***

Bunları çoğaltacak o kadar örnek var ki!

Ne hikmetse iş namaz kılmaya gelince bizim bazı zatı muhteremlerin birden bir yerleri ağrımaya başlıyor.

Topu topu farz, sünnet “5 dakika” ayakta duracaklar diye akılları çıkıyor.

- Ayağım ağrıyor.

- Kıçım ağrıyor.

- Belim ağrıyor.

Kimi kandırıyorsunuz ya…?

***

Gerçekten özrün varsa namazını “oturarak” kıl.

Olmadı “ayaklarını uzat.”

O da mı olmadı “uzanarak kıl.”

O da olmadıysa “ima” ile kıl.

Yok, o da olmuyorsa zaten “yoğun bakımdasın” demektir.

O halinle camiye gelme.

Evinde veya yoğun bakımda kalbinden geçirerek kıl.

Yeter ki bahane üretmeden namazını kıl…!

***

Yok;

- Ben sandalyeye, tabureye oturarak kılacağım.

Neden?

Ayağım ağrıyor, belim ağrıyor.

Bütün gün işyerinde veya hatırı sayılır erkânı beklerken ayakta durdun.

O zaman hiçbir yerin ağrımıyordu.

- Ham hum şaralop…!

***

Her ibadette olduğu gibi namazın da kılınış şekli var.

Bunun dışında kılınan namaz kabul olmaz.

Bunu ben söylemiyorum.

Bu işim alimi, uleması söylüyor.

Yüzyıllardır namazın kılınışı bellidir.

Bugüne kadar biz ne analarımızdan!

Ne babalarımızdan.

Ne de atamızdan ve dedemizden “tabure” üzerinde namaz kılındığını görmedik.

Onlar da yaşlıydı.

Onların da ayakları ağrıyordu.

Belinden ameliyatlıydı.

Ancak bir gün olsun “tabure” veya “sandalye” üzerinde namaz kılmadılar…!

***

Kimse kusura bakmasın.

İbadetlerde;

- Ben yaptım oldu.

- Bana göre.

Diye bir yaklaşım olmaz.

Bir ibadet nasıl yapılması gerekiyorsa öyle olur.

Aksi halde yapılan ibadet ibadet olmaz.

Kılınan namaz da namaz olmaz…!

***

Netice itibariyle Diyanet ilk defa doğru bir karar almıştı.

Camideki “sıraları” ve “koltuk” hatta “tabure” gibi şeyleri kaldırttı.

Ancak sonra işi yumuşattı.

Açılır katlanır “tabure” ile “saf” tutabilirsiniz haline getirdi.

Aha da buraya yazıyorum.

Siz açılır kapanır “tabureye” izin verirseniz bu işin önünü alamazsınız.

Millet yine evindeki klasik görünümlü koltuklarını cami içine sokar.

Hatta açılır kapanır diye “çekyat” bile sokar.

Bu işin yolu camilere açılırı açılmazı “tabure” v.s sokmamaktır.

Zira bu iş artık farklı boyutlara gitmeye başladı.

Camiler camilikten çıktı.

Namaz namaz olmaktan çıkıp garip bir hal aldı…!

***

Uzun lafın kısası!

Zaten işin zor tarafını yapıyorsun.

Bu soğukta “abdestini” alıyorsun.

Camiye gelmişsin.

Kılabiliyorsan ayakta kıl.

Sık dişini 2 dakika.

Veya oturarak kıl.

Uzat ayaklarını öyle kıl.

Namazını heba etme…!