Bir milliyetçinin (Rasim Kuluöztürk) kaleminden dava adamlığı nasıl olmalıdır yazısını aşağıya yayınlıyorum.
“İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal. Hamallık ki; sonunda ne rütbe var ne de mal.Memleket sevdası, dava adamlığı böyle bir şey olsa gerek…
Ne mal peşinde koşmaktır; ne de payenin esiri olmak. Dava adamlığı, inandığın gibi yaşamaktır. Necip Fazıl yukarıdaki dizelerinde dava adamlığını özetlerken, bir lahza olsun tüm düşüncelerinizi tek bir noktaya kilitleyip düşünmemiz gerektiğini anlatmaya çalışıyor.
Dava adamlığı, davayı dağın eteklerinde bırakıp, kendini zirveye çıkarmak değildir; davanı omuzuna alıp tüm ağırlığına katlanmak ve dağın zirvesindeyken baş tacı yapmaktır. Bunu başaran dava adamıdır.
Gerçek dava adamı için; siyaset sadece bir araçtır, paravandır, davana hizmette kullandığın soyut bir metadır. Siyasi bekayı dava edinirsen, işte o vakit; yukarıda söylediğim gibi dağın zirvesine sadece kendini taşırsın.
Günümüzün siyaset dünyasına bir bakın; aday olmadan, henüz aday adayı iken çuvallar dolusu paranın harcandığı bir siyaset ile kazanılan başarı zirveye ancak siyasetçiyi taşır; söylemlerinin hepsi dağın eteklerinde kalır.
Sonu belli bir siyasi girizgahın içinde çuvalla para harcayan bir siyasetçiye, hangi inanç ve idealle oy verebilirim?’ diye hep düşündüm.
Sorduğum sorunun cevabını bulamadığım için de takvimler 4 Nisan 1997’yi gösterdiğinde, o acı günde, cennet mekan Başbuğ Alparslan Hakka yürüdüğünde hiçbir seçimde oy vermemeye karar verdim.
Bunu ilk defa açıklıyorum: O günden itibaren kendime verdiğim sözü tuttum ve hiçbir seçimde hiçbir siyasetçiye oy vermedim.
Gördüklerim de verdiğim kararın ne kadar doğru olduğunu bana çok açık bir şekilde gösterdi. Milletvekili olmak isteyen bir kişi, neden büyük paralar harcar? Harcadığı paranın zoruyla milletvekili seçildiğinde memlekete nasıl bir yarar sağlayabilir ki? Dahası o milletvekili adayı neden milletvekili olmak için akla zarar paralar harcıyor? Bu soruları kendime hala soruyorum ve hala cevabını bulamadım.
Milletvekili olanlara bir bakın isterseniz. Bir milletvekili, bir vatandaşın işini yaparken, partilisi olsa da kaç oy getireceğini hesap ederek hareket etmiyor mu? Bu gerçek, nasıl bir olgu ile açıklanabilir?
İşin bir diğer tarafına, madalyonun bir de diğer yüzüne bakalım. Falanca partinin filanca adayına oy verdim, oy verdiğim meclise girdi, ya da belediye başkanı oldu. Ama memlekete hiçbir faydası olmadı. Aksine zarar verdi. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yedi. Bunun vebali kimin? Oy verenin değil mi? Oy verip de, Ellerim kırılsaydı” demektense hiç oy vermemeyi; işte bunun için tercih ettim.
Biliyorum ki; oy verdiğim aday seçildiğinde yaptığı her hata bana vebal olarak geri dönecek. O halde ne diye oy vereyim? Kendimi vicdanen neden rahatsız edeyim? Kendimi neden kahredeyim?
Bu soruların cevabını bulamadığım için oy kullanmıyorum. Ama kullanana da engel olmuyorum. Herkes benim gibi düşünmek zorunda değil.
Bunları anlatmaktaki maksadım; “Sakın oy kullanmayın” telkininde bulunmak değil. Sadece oy verirken vicdanınızın sesini dinleyerek elinizdeki mührü pusulaya basmanızı diliyorum.
Çünkü bu millet çok çekti. Çok badirelerden geçti. Yeni badirelerin içine cennet vatanımızı yeniden atmayalım. Bunun hesabını; birazcık iç muhasebeye girerseniz, her şeyi bir tarafa bırakın, vicdanen kendinize veremezsiniz.
Menfaatperest hayaller ile peşinden gittiğinizin sizinle aynı hayalleri kurduğunu, hayalleri gerçeğe dönüştüğünde ise sizi, mazbatasını aldığı andan itibaren unutacağını unutmayın. En azından en az kötülük yapacak olana oyunuzu kullanın.
Aslında bunları söylerken; ne siyasetçilere kızıyorum, ne de onların seçilmeleri için tabanlarını patlatırcasına tek tek seçmenleri gezenlere…
Çünkü hepimizin inandığı İslâm buyuruyor ki; “Layık olduğunuzla yönetilirsiniz.” Biz layık olmasaydık, “Hedefe varmak için her yol mubahtır” diyen makyavelist  felsefesiyle yönetilmezdik.
Sizi bilmem ama benim doğrum bu ve bence dava adamlığı da bu”.…(R.K)
Sağlıcakla kalın…