AK Parti lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2019 yerel seçimlerinde, seçim meydanlarında en çok dile getirdiği konu kuşkusuz Türkiye’nin beka sorunu ile karşı karşıya kalmasını anlatmak oluyor…

Öte yandan Cumhur İttifakının ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de beka sorununa sık sık değinen bir lider…

Gerçekten beka sorunumuz var mı?

Elbette var…

Dün vardı…

Bugün de var…

Yarın da olacak…

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milleti coğrafi konumundan dolayı hep beka sorunu ile karşı karşıya kalacaktır…

Neyse…

Ülkücü kadro gözüyle beka sorunu nedir (?) bir de ona bakalım…

Ali Bademci’nin kaleme aldığı “Beka sorunu ne demek?” başlıklı yazının noktasına ve virgülüne dokunmadan aşağıya yayınlıyorum…

[Arapça bir kelime olan “Bekâ”nın sözlük anlamı “Kalıcı-Varlık-Var olmak- Ölmezlik-Sonu bulunmamak” demektir. Tasavvufta “Bekâ Billah” gibi bir deyim vardır ki insanın beşeri nite­liklerden arınarak ruhanî niteliklerle donanması durumudur. İslâm âlimleri “Tarikatlar”ın varlığını da bu deyimle açıklamışlardır; ama terim günümüzde sanki uluslararası siyaset deyimi olarak canlanmıştır. Bu kullanım şekli Türk kültüründe “Devlet-Ebed-Müddet” yani “Sonsuz olan devlet” demektir. Deyim sanki değişmeyen anlamında “Töz” ile de ilgili bir anlam da içerebilir. Yakın zamanda Cumhurbaşkanı bu deyimi 15 Temmuz sonrası Türkiye için telâffuz etti ama, kastedilen şey iç siyaset veya olaylara yönelik değildir. Daha geniş bir çerçevede devletlerin var olmaları ve varlıklarını korumaları için stratejik proje ve hedefleri işaret edilmektedir.

Almanca “Hinterland” deyimi ilk olarak XIX. yüzyıl sonlarında coğrafî bir deyim olarak kullanıldı ve ülkeler arasındaki; önünde arkasında veya yanlarında bulunan toprak parçası olarak düşünüldü ve İngilizce’ye de bu anlamı ve şekli ile geçti. Hinterland, “Tampon Bölge-Güvenli Bölge” deyimleri ile ne kadar ilgilidir, bu husus çalışılmış mıdır, şahsen bilgi sahibi değiliz! Lâkin Türk kültüründe “Şuğur-Uç” diye bir coğrafi terim vardır ki, bununla savaşta varılan son noktasının bir evvelki durumu veya muharip güçlerin duracağı çizgi kastedilmektedir. Eski savaş teknolojisinde “Uç Ötesi” tedarikçi unsurlar alanıdır; bizde savaşçı “Türkmenlere” başta yiyecek olmak üzere, önce geçici, sonra da kalıcı barınaklar sağlayan “Piyade-Yürüyen-Yörükan” taifenin görevi işte budur. Dolayısıyla “Geleneksel Oğuz Sosyolojisi”nde “Türkmen-Yörük” nüansı bir derece kendini göstermektedir. Bir çok coğrafyada Oğuzlar “Uç” deyimi ile “Köprü” deyimi arada herhangi bir engel olmamasına rağmen yan yana kullanmışlardır.

XIX ve XX. yüzyıl elbette yeryüzünün fiilden evvel, fikren paylaşım yıllardır, o sebeple birçok savaş stratejileri bu dönemde ortaya çıkmıştır. Devletlerin asıl vatanlarının bütünlüğünü korumak için değişik coğrafyalarda, değişik toplulukları destelemek veya çökertmek amacıyla uyguladıkları politikalar cephe savaşları ötesinde başvurulan çok eski fakat daima uygulanan bir savaş oyunudur. İşte bugünkü “Bekâ Sorunu”nda uluslararası siyaset sosyolojisi veya stratejilerinde bu anlam üzerinde durmalıyız. Artık devletler kendi sınırlarını korumak için sınır ötesinde bir “Hinterland” oluşturmak zorundadırlar. Adına ne derseniz deyin “Soğuk Savaş” döneminin başından itibaren iki süper güç arasında böyle bir çizgi daima var olagelmiştir. İngiltere, Avrupa dahil Balkanlar’dan başlayıp İran-Afganistan üzerinden Doğu Türkistan’a dayanan nüfuz çizgisini böyle ve bu amaçlarla tutmuştur. Günümüzde ABD bu çizgi üzerinde “Devamlı Savaş”ı daima ayakta tutmaktadır. Bu savaş din motifleri ile süslenmiş ve İslâm eksenlidir!

Aslında klâsik “Hinterland” da aşılmış ve yerini deniz aşırı psikolojik veya sıcak savaşlara bırakmıştır. O sebeple savaşların tarafları kendi topraklarında değil de “Hinterland” da savaş vermektedir. Dolayısıyla kilometrelerce uzaktan kumanda edilen savaşların küresel güçlere hiçbir zararı olmamakta ve nihai amaç olan hakimiyet ve emperyal düşünceler yerli yerine oturmaktadır. Bu şartlar altında hedef devlet ve ülkelerin daima teyakkuzda olması gerekiyor, ki işte bizim anladığımız “Bekâ Sorunu” budur. Küresel emperyal güçler istedikleri kadar küçük devletçikler oluşturmayı sürdürsünler, dünya siyasi haritasının hiç de böyle küçük organizelere sığacak kadar geniş olmadığını tespit etmek için uzman olmaya gerek yoktur.

Ayakta kalmak isteyen her devlet “İmperyal” olmak zorunda ve karşıt tedbirleri almak mecburiyetindir. Böyle bir güç olmayı kendi kültürümüz yönünden “Sömürgeci” olmak anlamında düşünmemeliyiz. Büyük devlet ve büyük millet olma şuuru olarak tasavvur etmeliyiz! Herhalde “İmperyal” ve “Emperyel” deyimleri arasında böyle bir nüans bulunmaktadır. Zamana ve zemine göre siyaseten söylenmiş bazı şeyleri kalıcı düstur olarak görmenin anlamsızlığını idrak etmek gerekiyor. Türkiye kendi yurdunda “Sulh”u sağlasın da varsın “Cihan Sulhu”nu başkaları düşünsün!

Türkiye tarihi boyunca veya yakın bir zamana kadar hep “İmperyal” bir güç olmuştur. Deyimi çirkin hale batılılar getirmiştir. “Bekâ Sorunu” bu değilse bile böyle anlamak zorundayız. Başkaları için demokrasiye aykırılık teşkil etmeyen “İmperyal” düşünceler bizim için neden tehlike olsun! Ortada bir şey olsa da olmasa da Türk genci, aydını ve milleti “İmparatorluk” şuurunu kaybetmemelidir! O sebeple sınır ötemizi korumak sınırlarımızın bekası işin bir mecburiyettir! Herkes istediği şekilde anlasın; Türkiye böyle olmak zorundadır; bu bir tarih ödevidir.]

Sağlıcakla kalın…