İdil - Ural bölgesi tarihin ilk çağlarından itibaren Türklerin anayurtlarından biri olmuştur. Burada Hun, Ogur, Sabar, Barsil, Hazar, Kuman - Kıpçak, Tatar Türkleri uzun yüzyıllar yaşamışlar, devletler kurmuşlardır. Kubratın kurduğu Büyük Bulgaristanın 641’de dağılması üzerine Bulgarların bir bölüğü İdil - Ural bölgesine göçetmiş, burada Hazarlara bağlı bir devlet kurmuşlardır. Bu devletin tarihçe bilinen ilk hükümdarı Almus bin Cafer, Abbaslı devletine elçi göndererek müslüman din adamı, para ve manevi destek istemiştir. Bu isteğe yanıt veren Abbaslı halifesi Muktedir, yazmanı (sekreteri) İbni Fazlan (Fadlan) olan bir elçilik kurulu oluşturmuştur. Bulgar yaltavarının (yaltavar Bulgar hükümdarının unvanıdır) elçisi Baştu da, bu kurulla geriye dönmüştür. Elçilik kurulu 12 Mayıs 922’de devletin başkenti olan Bulgar şehrine ulaşmıştır. Bulgar hükümdarı elçilik kurulu huzurunda müslüman olmuş, Cafer adını almıştır. Böylece İdil Bulgaristanı İslamlığı resmen kabul eden ilk Türk devleti olmuştur.

Bulgar devleti Moğalların bölgeyi istila tarihi olan 1236’ya değin sürmüştür. 1236’da Bulgar kenti Moğallarca zapt edilmiş, yerle bir edilmiştir. Daha önce gelen Kuman – Kıpçaklar ve Moğallarla birlikte gelen Türk - Tatarlar, ülkede nüfus çoğunluğunu ele geçirmiş, müslüman Bulgar Türklerinin dili yeni gelen Türklerce asimile edilmiştir. Bulgar Türkçesi lir Türkçesiydi. Çoğunluğu ele geçiren yeni gelenlerin dili ise şaz Türkçesidir. Bulgar Türkçesi bir süre daha devam etmişse de sonradan tamamen ortadan kalkmıştır. Bu Türkçeyle yazılmış son mezar kitabesi 1357-58 tarihini taşımaktadır. [1]Bulgar Türkçesi bugün hıristiyan Çuvaş Türklerince sürdürülmektedir.

Bulgar devletini yıkan Altınordu devleti daha sonra parçalanmış, İdil - Ural bölgesinde Kazan hanlığı kurulmuştur. Kazan hanlığı süreğen (kuronik) iç çekişmeler sonucunda 1552’de Korkunç İvan tarafından ortadan kaldırılmıştır. Aynı akıbete 1556’da Astrahan hanlığı da uğramıştır. Kazan hanlığının düşüşüyle ilk kez bir müslüman Türkdevleti ve ülkesi, hıristiyan bir gücün eline geçmiştir. Daha önce 1492’de Gırnata Arap (Emevli) devleti, İspanyolların eline geçmişti. Gırnata hıristiyan egemenliğine giren ilk müslüman toprağıydı (On yıllar boyunca İslam topraklarının hıristiyanların eline geçişine Tanrının neden müsade ettiğini düşünüp durmuştuk. Düşüncemize göre Tanrı buna müsade etmemeliydi).

1552’de Kazan’ın düşmesiyle Rus zulmü de başladı. Halk zorla hıristiyanlaşmaya maruz kaldı. Tüm baskılara karşın bu hususta fazla yol alınamadı. Hıristiyanlaşmaya ve baskılara en büyük direnç İslamdan geliyordu. 1862’de Bahaeddin Veysi adında bir din adamı köktenci bir İslam tarikatı kurdu. Tarikat, Kazanlıları Tatar değil Bulgar olarak adlandırıyor, Rus devletini tanımıyor, vergi vermeyi, askere gitmeyi, mollaların ardında namaz kılmayı reddediyordu. Köylü, küçük sanatkâr ve esnaflardan (böyle yazılmalı, çünkü esnaf kelimesinde Türkçe çoğul eki yoktur) destek görmüşlerse de, geniş halk desteğinden mahrum kalmışlardır.

Tatarlar 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren büyük ilerleme kaydetmişler, ticaret, sanayi ve kültür alanında İslam dünyasının en gelişmiş toplumu olmuşlardı. 1917’deki Rus bolşevik (kominist) devrimi Tatarların gelişmesine sekte vurmuş, Tatarlar çarlık döneminden daha fazla baskıya uğramışlardır.

1980’lerde Kazanda Bulgar el Cedid derneği kurulmuş, yöneticiliğini Ferhad Nurutdinov yapmıştır. Dernek 1990 nisanında 40 bin tirajlı Bulgar İli gastesini çıkarmıştır. Bu gastede Şan Kızı destanı, Barac destanı, Cafer Tarihi gibi yapıtlar yayınlanmıştır.[2] Bu yayınlar tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Kimi bilim kişileri bunların uydurma, sahte olduğunu söylemişlerdir. Çarlık devrinde başlayan, Sovyet devrinde devam eden Bulgarlık - Tatarlık, başka deyişle kimlik sorunsalı tartışmaları, Sovyet rejiminin 1991’de yıkılmasından sonra daha da alevlenmiştir.

Şan Kızı destanı, Barac destanı ve Cafer Tarihinin yayınlanmasıyla kimlik tartışmalarında Bulgar tezine önemli bir destek ve katkı sağlamak amacı güdülmüştür.

Başta şunu vurgulayalım ki Tatar aslında bir Türk kaviminin adıdır. Ancak kavimin bir kısmı Moğallaşmış, Moğallar arasında da Tatar adlı bir kabile var olmuştur. Moğallarla birlikte Tatarlar da fetihlere, istilalara katılmışlardır. Tatar adı daha eski ve bilinir olduğu için Moğallar, Tatar olarak tanınmışlardır. Moğalların fazla tahripkâr olmaları Tatar adını da kötüye çıkarmıştır. Hatta Rızaeddin Fahrettin ve daha pek çokları gibi İslam dünyasının geriliğini Moğallara bağlayanlar olmuştur. Bu çok az doğru olmalıdır. Çünkü Moğalların tahribine uğramayan Suriye, Filistin, Arabistan, Mısır, Kuzey Afrika ve Gırnata da gerilemiştir.

1. Şan Kızı destanı, Barac destanı ve Cafer Tarihinin ortaya çıkışı

Tartışmalara yol açan Şan Kızı, Barac destanı ve Cafer Tarihi bize orijinal dilde (Bulgar veya Tatar Türkçesinde) ulaşmamıştır. Rusça ulaşmıştır. Bunların bulunuşu (ortaya çıkışı) şöyle açıklanmaktadır:

Eserler (üç eser gözönünde tutuluyor) Muhammed Kerimoğlu İbrahim Nigmetullin tarafından 1939’da Rusçaya çevrilmiş, çevirmen asıllarını yoketmiştir. Çünkü 1937’de başlayan baskı döneminde Arap harfli her türlü yayın gericilik ve karşı devrimcilik olarak görülüyor, bulunduranlar tutuklanıyor, sürgün ediliyor, öldürülüyordu.3

Eserlerin çevirmeni İbrahim Nigmetullin 1916’da doğmuş, 1941’de Alman cephesinde ölmüştür. İmha ettiklerinin dışında kendisinden annesi Latife hanıma 14-15 defter civarında malzeme kalmıştır. Bunlar 1976’de yeğeni (bacısının oğlu) Ferhad Nurutdinovun eline geçmiştir. Yani çevirmen İbrahim Nigmetullin, destanı yayınlayan Ferhad Nurutdinovun dayısıdır.[3]

Nurutdinovun verdiği bilgiye göre destanın bugüne değin çok bilinmemesi, destanda İslami dışı unsurların olmasındak dolayıdır (dev, cin, ilah, bazı puta tapar inançları vb).

Destan Türkçeye çevrilmiştir (Mikail Baştu İbnŞams Tebir, Şankızı Destanı, red. Ferhat A. - H. Nurutdinov, çev. Avidan Aydın, KB y., İstanbul 1991, XV+412 s.). Azerbaycanlı dilci Tofik Hacıyev (1936-2005) de destan hakkında ayrıntılı bir inceleme yayınlamıştır (Mikayıl Baştunun Şan Kızı Destanı ve Poetikası, Bakü 2005, 312 s.).

2. Destan uydurma mı?

Destanın yayınlanmasıyla başlayan tartışmalara birçok bilim eri katılmış ve bu üç yapıtın uydurma olduğunu söylemişlerdir. Yapıtların uydurma olduğunu söyleyenlerin başında Marsel Ahmetcanov gelir.[4] Birçok olgu bu vargıyı destekler: Birincisi Şan Kızı destanı dahil, diğer iki yapıt olan Barac destanı ve Cafer Tarihinin hiç birinin el yazmaları elde yoktur. İkincisi şu ana değin tarihlerde böyle yapıtların olduğuna ilişkin her hangi bir kayda raslanmamıştır. Üçüncüsü gerçi Arap harfli eserler kominizmin kuruluşunda gericilik olarak görülüyor, takip ediliyordu; ama bu durum el yazmalarının yok edilmesini açıklamaz. Çünkü eserler gizli yerlerde, örneğin toprakta saklanabilirdi. Sovyet döneminde kütüphanelerde binlerce Arap harfli eserin korunduğunu hatırlatmak yerindedir. Dördüncüsü eserleri böyle ‘başarıyla’ çeviren Nigmetullin’in Bulgar Türkçesinin önemi konusunda bilinç sahibi olması ve sırf bu yüzden özgün kaynakları yok etmemesi gerekirdi. Çünkü Bulgar Türkçesi her hangi bir metine sahip olmak, Türkçenin tarihinde çağ değişikliği yapacak bir şeye sahip olmak demektir. Beşincisi 23 yaşında bir gencin (Nigmetullin çevirileri 1939’da, 23 yaşındayken yapmıştır) üç oylumlu (hacimli) yapıtı bu kadar kısa zamanda çevirmesi sorular ve sorunlar doğuruyor. Özgün Bulgarca metin Arap harfli olduğu için bu kadar kısa zamanda üç yapıtı çevirmek çok zordur. Zira Arap alfabesinde bir kelimenin bir nokta eksik veya fazla yazılması bir dizi soruna ve okuma zorluğuna yol açar.

Örneğin İdil Bulgar hanının unvanı yaltavardır. Ancak kelime bazı kaynaklarda ve bu arada destanda baltavar olarakg eçer.[5] Baltavar yazımı Arap alfabesinin bir azizliğidir. Unvan yazılırken çift nokta yerine tek nokta konulunca yaltavar = baltavar olmuştur. Yaltavar meşhur Türk unvanı elteberin Bulgarcasıdır. Doğrusunun böyle olduğundan kuşku duyamayız. Dilci ve tarihçilerin baltavar biçimini kullanmamaları gerekir. Yaltavarın baltavar olarak verilmesi ve Poltavayla eşleştirilmesi doğru değildir.

Bunun gibi sorular ve sorunlar Bulgar tezini savunan bilim kişilerini de ihtiyatlı olmaya sevk etmiş, anılan eserleri bilimsel çalışmalarındakullanmamışlardır.

[1]TalatTekin, Volga BulgarKitabelerive Volga Bulgarcası, TDK, Ankara 1988, 10. s.

[2]BülentBayram, “Tatar-Bulgarmeselesitemelindebirdestan :ŞanKızı”,KaradenizAraştırmaları, VI. c., 21. no, Bahar 2009,  80. s.

3TofikHacıyev, MikayılBaştununŞanKızıDestanıvePoetikası, Bakü 2005, 17. s.

[3]MikailBaştuibnŞamsTebir,ŞanKızıDestanı, red. Ferhat A.-H. Nurutdinov, çev. Avidan Aydın, KB y., İstanbul 1991, 15. s. / Bayram,agm, 83. s.

[4]Bayram, age,  86. s. vd.

[5]Mikail BaştuibnŞamsTebir, age, XI, XII; XIV, LII, 409. s.