Bugünlerde bazıları “mültecilerin” derdini anlamadan “sosyal medya” üzerinden bir takım paylaşımlarda bulunuyor.
Genelde de bu paylaşımlar “insanlık onurunu zedeleyen” ve maalesef “aşağılayan” türde oluyor.
Bu tür paylaşımlarda bulunanlara cevap olabilir mi bilemem ama Türkiye Gazetesi Takvim yaprağı arkasındaki şu yazıyı onlara ithaf etmek istiyorum…;
“Akşam iş çıkışı vakti. Hava ayaz mı, ayaz. Ofisimden dışarı çıkıyorum. Metroya doğru yürürken yerde oturan, yüzünden hüzün akan mülteci bir kadın ve yanında 4-5 yaşlarında masum bir kız çocuğu, bu havada gelip geçenlerin gönlünden kopan bir parça iyilikten nasiplenmeye çalışıyor.
Önlerindeki kutuda birkaç bozuk para. Yüzlerinde, dilenciliği meslek hâline getirmiş kişilerin, sahte roller yapan hâllerinden eser yok.
Bu esnada, annesi ile yanında kemik rengi kabanlı, saçları örülmüş, kırmızı kaşkolu boynunda, 6-7 yaşlarında elâ gözlü bir kız çocuğu belirdi.
Anne ve çocuğa yaklaşıp bir şeyler konuşmaya başladılar. Ama anlaşamadıkları belli idi. Yanlarından geçerken yeni gelen kadın, bana sormasa geçip gidecektim:
- Arapça biliyor musunuz?
- Hayır. Niçin sordunuz?
- Şurada arabam var. İçinde erzak ve eşya dolu. Şimdi bunlara burada versem götüremezler. Ben evlerine kadar arabamla bırakmak istiyorum.
Arabası, ağzına kadar erzak doluydu. Konuştuklarımızı duyan bir esnaf, “Ben Arapça biliyorum.” diyerek bize yaklaştı. Adam, mülteci kadına evinin yerini sordu.
Mülteci kadın:
- Niçin soruyorlar?
- Size yiyecek getirmiş. Arabayla evinize bırakmak istiyor.
Mülteci kadının yüzündeki o içten sevinci görmeliydiniz. Kadın mülteci çocuk Elif’in soğuktan kızarmış yanaklarından öptü, başını okşadı ve kendi kızına dönüp yumuşak ve şefkat dolu bir sesle şöyle dedi:
- Zeynepçiğim. Bak bu kardeşin kaşkolu yok. Senin evde bir tane daha var. Kaşkolunu Elif’e hediye etmek istemez misin, canım?
Zeynep, hiç düşünmeden ve de mızmızlanmadan “Veririm anne.” diyerek, kaşkolunu çıkardı. O küçük elleri ve kocaman yüreği ile kaşkolunu Elif’in boynuna sardı.
Kadına sordum:
- Ne iş yapıyorsunuz?
- Öğretmenim.
- Çocuğunuzu da yanınızda getirmişsiniz. Çok iyi yapmışsınız.
- Özellikle getirdim. İyilik yapmayı, paylaşmayı öğrensin diye.
Unutmadan söyleyeyim. Mülteci kadının mesleği de öğretmenmiş. Oradan ayrılırken, zihnimde şu söz belirdi;
“Çocuklarımıza, sadece karınlarını doyurmayı öğretmeyelim. Ruhlarını da nasıl doyuracaklarını öğretelim...” (Eftal Orhan)
Göçmen bir ailenin çocuğu olarak bugün ülkemize sığınmak durumunda kalan mültecilerin durumunu çok iyi anlıyorum. Allah yardımcıları olsun.
Keşke bu insanları acımasızca eleştirenler de “empati” kurup ülkemizdeki mültecilerin durumunu anlamaya çalışsa.
İnşallah her fırsatta “mültecileri hor görenlere” bu yazı kalplerinin yumuşaması adına bir vesile olur…