Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü. Bu vesilesiyle tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Gününü kutluyorum.

Hayatta olanlara sağlık, ahirete intikal etmiş olanlara da Allah’tan rahmet diliyorum.

Zira öğretmenlerimizin üzerimizdeki emeği çok büyük. Bugünlere gelmemize vesilen olan tüm öğretmenlerimize sonsuz şükranlarımı sunuyorum.

Öğretmenler Günü vesilesiyle yıllardır tartışıla gelen bir konu hatırıma geldi.

Öğretmen mi? Yoksa hoca mı?

Bu iki kavram yıllardır tartışılır durur.

Bu konuyla ilgili İnternethaber.com yazarı Süleyman Özışık’ın beğendiğim bir yazısını sizlerle paylaşmak istedim.

İşte Süleyman Özışık’ın o yazısı,

Muallim mi, hoca mı, öğretmen mi?

“Merhum Cemil Meriç yıllar yıllar önce isyanını, "Öğretmen ne demek? Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime" sözleriyle dile getirirken ne çok tepki almıştı.. Aydınların böyle bir özelliği var işte. 30 yıl sonra yaşanacakları öngörüp, teşhisi koyabilmek.

Her şey ufak ufak değişti aslında..

Cemil Meriç yazmadan çok önce değişmişti. Önce alim yetiştiren "muallim" unvanını terk ettirdiler. Laik Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde alim yetiştiren muallimler yetişemezdi. Yetişse bile o zehirli fikirleriyle alimler yetiştiremezdi.

Yoksa Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin yıkılması an meselesiydi.

"Onlara hoca diyelim" dediler.

Çok sürmeden bu unvan da onları rahatsız edecekti. Perran Kutman'ın o meşhur dizide söylediği gibi, "Hoca camideydi.."

Hiç camii imamıyla, bir öğretmen aynı kefeye konulabilir miydi?

Farkına bile varamadı öğretmenler. Sizi yüceltiyoruz diye sıradanlaştırıldıklarının, ötekileştirildiklerinin farkında bile olamadılar.

Camilerdeki hocaları hakir gördüklerinin, aşağıladıklarının farkına bile varmadan, "Evet bu en iyisi" dediler. Dil alışkanlığından ötürü "Hocam" diyen öğrencilerin tokatlandığı bile oldu. Çocuklar zamanla pratik yolunu buldu ve onları olabilecek en anlamsız isimle çağırmaya başladı: "Örtmenim"

Oysa öğretmen görevi gereği, mesleği öğretendi. Ama hoca, hayat tarzı aşılayan, yetiştiren, aydınlatan ve adeta dehayı ortaya çıkarandı. Ebediyete kadar saygı duyulandı. Nerede görülürse görülsün, "O benim hocamdır" denilerek baştacı edilen, eli doyasıya öpülendi.

Sonra talebe kelimesini aradan kaldırdılar. Modern dünyanın bir parçası oluverince bu talebe sözü çok yavan kalacaktı. 

Onlara da "Öğrenci" dediler..

Öğrenci; Öğrenen, öğrenecek yaşta veya sıfatta olandı. Oysa talebe talep edendi. İlmi, irfanı talep eden, isteyendi ama bunun da farkına varmadılar.

Talebe öğrenci, muallim ve hoca da öğretmen olunca, o yüce değerlerin içi de zemberekten boşalır gibi boşaldı.

"Bu benim hocam" diyen talebenin yerine monte edilen medeni öğrenci "Ha o mu. O bizim sosyalci", "bizim matematikçi", "bizim fenci" diyerek öğretmeni maaş karşılığı 45'er dakikalık sınırlar içinde ders veren memur gibi gördüğünü ilan etti.

Talebesinin önünde el pençe divan durduğu hocanın yerine, öğrencisinin karşısında elini cebinden çıkarmadığı, ayak ayak üstüne attığı, karıdan kızdan manitadan rahatlıkla bahsettiği öğretmenler gördük acı içinde.

Tüm zamanların en büyük fatihi, Fatih sultan Mehmed'in hocası Akşemseddin Hazretleri'nin huzurunda nasıl ve neden iki büklüm durduğunu o çocuklara anlatamadık. Çünkü biz Osmanlı'nın devamı değildik. Biz genç Türkiye Cumhuriyeti'ydik. Öyle utanılası (!) bir tarihle bizim bağımız olamazdı..

Şimdi ise kala kala elimizde sırasıyla öğrencinin, velinin, milli eğitim bakanının dövdüğü öğretmenler kaldı..

Avrupa ülkelerinin çağ atlatan eğitim paketini Türkiye'ye monte etmeye çalışanlar, kendi kültürünü ve kendi değerlerini o eğitimin içine yerleştiremeyince dip yaptık.

Mimar Sinan'ın Mehmet Akif Ersoy'un, Kanuni Sultan Süleyman'ın, Ali Kuşçu'nun, Harezmi'nin, Piri Reis'in...

Mevlana'nın Yunus Emre'nin ve bugün tüm dünya ülkelerinin halen tedavi yöntemlerini kullandığı İbni Sina'nın..

Evliya Çelebi'nin, Pir Sultan Abdal'ın, Akşemseddin Hazretleri'nin, Hacı Bektaşı Veli'nin, Cengiz Han'ın, Alparslan'ın...

Sayayım mı daha?..

Hazerfen Ahmet Çelebi'nin, lll. Sultan Selim'in, Nasreddin Hoca'nın, Karagöz'ün, Uluğbeyin, Yıldırım Bayazıd'ın, Fuzuli'nin, Şems Tebrizi'nin, Osman Gazi'nin, Barbaros'un, Baki'nin...

Necip Fazılları, Nazım Hikmetleri, Cemil Meriçleri ve diğer üstadları saymıyorum..

Allahualem saysam 100 tane böyle sayfa daha çıkar..

Bir zamanlar dehaların, mucitlerin mantar gibi yetiştiği şu bereketli coğrafyaya şöyle bir dönün bakın..

Hadi gelin siz de beni utandırın ve son dönemlerde yetişmiş birkaç adamın ismini alt alta yazın da göreyim..

Yazamazsınız.. Yazdıklarınız da kusura bakmayın ama tırışka kalır tırışka..

Hiperstar (!) Ajdar bu ülkede makine mühendisliği de yapıyorsa, "Panpişlerim" diyen kadın bu ülkede aynı zamanda sanat icra ediyorsa, alimlerimiz Zekeriya Beyaz, Yaşar Nuri Öztürk ve Adnan Oktar'dan oluşuyorsa...

Ciciş kardeşlerle gurur duyduğumuz bir asırdaysak...

Biraz Tarkan, biraz Fazıl Say'la gurur duyabiliyorsak... Nobellerde ödül almayanın dövüldüğü günümüzde bir nobel ödülü alan adamla on yıl gurur duyuyorsak...

Varın gerisini siz düşünün...

Okullarımızı, öğretmenlerimizi, öğrencilerimizi işte böyle bitirdiler...

Şimdi ise, "Yahu arkadaşlar, bir eğitim sistemi böyle yürümez" diyen öğretmenlerin kıyımına geldi sıra..

Bu ülkede 28 Şubat döneminde İmam Hatip Okulları'na ne yapıldıysa, bugün normal okullara da aynısı yapılıyor.

Niyet aynı değil ama kıyım şekli çok benzeşiyor..

Nimet Çubukçu ile başlayan işkence Ömer Dinçer ile zirve yolunda ilerliyor.

Anlayacağınız ıstırap aynı, çektirenler farklı...”