Her gün her gün siyaset yazmaktan kimseyi memnun edemiyoruz. O yazdığımızı beğenmez, bu yorumumuzu taraflı bulur, öteki “ne biçim yazıyorsun” der.Hoş birileri memnun olsun diye de yazacak halimiz yok. Bu ülkenin ve milletin hayrına ne görüyorsak onu yazıy

Her gün her gün siyaset yazmaktan kimseyi memnun edemiyoruz. O yazdığımızı beğenmez, bu yorumumuzu taraflı bulur, öteki “ne biçim yazıyorsun” der.

Hoş birileri memnun olsun diye de yazacak halimiz yok. Bu ülkenin ve milletin hayrına ne görüyorsak onu yazıyoruz.

Siyasi görüşü ne olursa olsun Sakarya’da ki idarecilerin bir eksiği gediği varsa, “ne düşünürler” diye tereddüt etmeden sonuna kadar eleştiriyoruz…

Bizde bugün yani “23 Nisan” dolayısıyla siyasi yazı yazmak yerine köşemizi kendimize ayıralım istedim.

Yaptığımız yorumlar sebebiyle eleştirilere bugünlük ara verip şöyle bir eskiye yani çocukluğumuzdaki “23 Nisana” dönmek istedik.

Sizleri bilmem ama biz o günleri çok özledik. Nitekim bizim çocukluğumuzdaki “23 Nisan” gerçekten çok farklıydı…

Bir kere “23 Nisan” yaklaştıkça ilkokul öğretmenim bizi sürekli olarak “özel kıyafet” ile yürüyüşe katılacak gruba seçerdi.

Sonra da elimize bir örnek tutuşturup, ilgili kıyafet ile “23 Nisan” sabahı Mustafa Kemal Paşa İlkokulu bahçesinde isterdi.

Bizde elimizdeki bu örneği rahmetli babamız yine kızar diye, yine rahmetli olan annemize verirdik. Her ikisinin de mekânı “Cennet” olsun…

Babam terzi olduğu halde, bizim “23 Nisan” kıyafetlerimizi sürekli olarak mahallemizin bayan terzisine diktirtirdi. Her defasında “O da kazansın” derdi.

Sonuçta mahallemizin bayan terzisine hazırlatılan kıyafetlerimizi “23 Nisan” gelip çattığında giyer okulumuzun yolunu tutardık.

Caddeler, sokaklar öğrencilerin giydiği rengârenk giysiler ile cıvıl cıvıl olurdu. Ardından okul bahçesinden dörtlü sıralar halinde çıkıp Bulvar’a yürürdük…

Her defasında da bugün iş hanı olan eski “Dilmen Oteli’nin” önünde sıramızın gelmesini beklerdik.

Tabi “protokol” önünden geçiş sırasının Mustafa Kemal İlkokulu’na gelmesini beklerken de bütün arkadaşlar, özlemle beklediğimiz şeyi yapardık.

Hemen arkamızda bulunan manav tezgâhlarını süsleyen turfanda “eriklerden” cebimizdeki harçlık miktarınca alıp yerdik…

Protokolden geçme sırası bize geldiğinde aynı sırayı paylaştığımız arkadaşlarımla heyecanla aynı hizada durup “sert adımlarla” yeri göğü inletirdik.

Her “23 Nisan’da” aynı sırada yürüdüğüm arkadaşlarımın bazılarını kaybettik ama isimlerini hala hatırlıyorum. “Gazanfer Nogay, Mehmet Kınalı ve Tuncay Türküm!”

Evet, “bugün çocukluk yapayım istedim” ama olmadı. Ne yer, ne zaman, ne de mekân artık o eski “23 Nisan” değil…