Uzun zamandır demeyeceğim ama bir süreden beri Türkiye’nin kamu borçları üzerinden karmaşık bir tartışma var. Bu bakımdan durumun ne olduğunu göstermek, tartışmaları bazı sığ iddiaların gölgesinden kurtarmak adına çok önemli. Dolayısıyla konuya dair Yenişafak gazetesi yazarı Levent Yılmaz herkesin anlayacağı dilden mükemmel bir yazı kaleme aldı…

İşte o yazı…

[Türkiye’nin AB Tanımlı brüt kamu borç stokunun Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYİH) oranı 2002 yılında yüzde 72,1 iken 2017 yılı itibariyle yüzde 28,3 olarak gerçekleşmiş. Bu konuda ölçümüz olan Maastricht Kriteri bu oranın yüzde 60’ın altında olması gerektiğini söylüyor. 28 Avrupa Birliği ülkesinde bu oran ortalama yüzde 81,6 iken Euro Bölgesi’ndeki 18 ülkede yüzde 86,9. Yani kriterin çok üzerinde. Aynı oran İtalya’da yüzde 178,6, Fransa’da yüzde 97, Almanya’da yüzde 64,1. Bizde ise bu oranın sadece yüzde 28,3 olduğunu yeniden hatırlatalım.

Şimdi Kamu Net Borç Stokuna bakalım. 2002 yılında 215,3 Milyar TL olan kamu net borç stoku 2017 itibariyle 262,1 milyar TL olarak gerçekleşmiş. Burayı rakamsal olarak analiz ederseniz bir artış var ancak bu rakamlar nominal olarak değil oransal olarak değerlendirilmelidir ve GSYİH’ya oranına bakılır. Peki ne olmuş bu oran? 2002’de yüzde 59,9 iken 2017’de yüzde 8,4. Hem de 2002’de yüzde 33,4’ü döviz cinsinden iken 2017’de tamamı TL olmuş.

Öte yandan dikkatle izlenmesi gereken iki oran daha var. Birisi Türkiye’nin brüt dış borç stokunun GSYİH’ya oranı. Bu oran 2010’da yüzde 37’8 iken 2017’de yüzde 53,3. Diğeri özel sektör brüt dış borç stokunun GYSİH’ya oranı. O da 2010’da yüzde 24,7 iken 2017’de yüzde 37,2 olarak gerçekleşmiş. Aynı dönemde net borç stokunun GSYİH’ya oranı yüzde 37,4’ten yüzde 34,2’ye gerilemiş. Burada hemen hatırlatalım; Türkiye 2002’de dış borç faizine GSYİH’nın yüzde 2,7’si kadar ödeme yaparken aynı oran 2017’de yüzde 1,2 olmuş. Dahası TL cinsinden kuponsuz senetlerin borçlanma faizleri (Yıllık, bileşik) yüzde 70’ten yüzde 14’e düşmüş durumda. Yani hangi açıdan bakarsanız bakın Türkiye’nin borç karnesi 2002’den bu yana oldukça iyi neticeler vermiş.

Devam edelim, daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Borcun faizi kadar vadesi de önemlidir. İstenilen borçlanma formülünün “düşük faiz uzun vade” olduğunu ifade etmiştim. 2002 yılında nakit iç borçlanmanın ortalama vadesi 9,4 ay iken 2018 Nisan itibariyle 72,4 aya çıkartılmış. Dahası ve en önemlisi 2008 yılının Mayıs ayında IMF ile 19. Stand-by anlaşması sona erdi ve yenisi imzalanmadı. Mevcut borç ise Mayıs 2013’te son taksidin ödenmesi ile bitti.

BÜTÇE AÇIKLARI VE FAİZ HARCAMALARI

Türkiye’nin merkezi yönetim bütçe açığının GSYİH’ya oranı 2001’de yüzde 11,6 iken 2017 itibariyle yüzde 1,5’e düşmüş ve Orta Vadeli Program’a göre 2018’de yüzde 1,9 olması bekleniyor. Benzer bir iyileşme AB tanımlı genel hükümet bütçe açığının GSYİH’ya oranında da var. 2001’de yüzde 23,7 açık veren hükümet bütçesi 2015’te yüzde 1,7 fazla vermiş.

2002 yılında vergi gelirlerinin yüzde 85,7’si faiz harcamalarına giderken 2017’de bu oran sadece yüzde 10,6 olmuş. Aynı dönemde merkezi yönetimin faiz harcamalarının GSYİH’ya oranı yüzde 14,4’ten yüzde 1,8’e düşmüş. Bu oranlar mali disiplin açısından Türkiye’nin ne kadar önemli bir yol kat ettiğini gösteriyor. Tabii hemen hatırlatalım. Söz konusu dönemde mali disiplinde bu önemli adımlar atılırken her şey güllük gülistanlık değildi. Türkiye bu süreçte neler yaşadı neler. Parti kapatma davası, e-muhtıra, 2008 Küresel Finansal Krizi, 2010 Avrupa borç krizi, Arap Halk Hareketleri, Gezi olayları, 17-25 Aralık Darbe girişimi, 15 Temmuz, Suriye iç savaşı…
 

ORANLAR, YALANLAR VE CEHALET

Şimdi gelelim tartışmanın sığlaştığı noktaya. Başta belirtmiştik. Söz konusu ülke ekonomisi olunca bakılması gereken rakamlar değil oranlardır. Bir örnek verelim. Diyelim ki bir ülkenin GSYİH’sı 100 birim olsun. Eğer o dönemde faiz ödemesi 10 birim ise faiz ödemesi GSYİH’ın yüzde 10’udur. Devam edelim. İlerleyen yıllarda GSYİH 500’e faiz ödemesi 25 birime çıksın. O zaman “faiz ödemesini 10’dan 25’e çıkardılar” diye eleştirmezsiniz, “faiz ödemesinin GSYİH’ya oranı yüzde 10’dan yüzde 5’e düşmüş” dersiniz. Tersi bir yorumun ekonomik olarak bir karşılığı yok ancak bunu bilerek yapıyorsanız “yalan” bilmeden yapıyorsanız “cehalet” olarak nitelendirilebilir.]

Sağlıcakla kalın…