Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Sakarya İl eski Başkanı Cem Hatunoğlu, hükümetin başlattığı “İmralı sürecini” değerlendirdi.

Söz konusu sürecin sonunda,  millete sunacağı öneriler açısından çok hassas olduğunu ifade eden Cem Hatunoğlu, süreçle ilgili şu iki yazıyı kaleme aldı:

“Süreç üzerine 1. yazı

Türkiye’de yaşayan hiç kimse, “yaşanan bu acılar artık son bulmasın” diyemez. Türkiye’de yaşayan ve hele hele ailesinde bu acılara bir kurban verme ihtimali olan hiç kimse, “sorunun çözümsüz kalmasına ve bu şekilde devamına” göz yumamaz. Ancak her şeyin doğru gittiğini savunmak da pek mümkün görünmüyor. Bu günlerde yanlış gibi olan şey, çözüm arayışının kendisi veya buna yüklenen niyet değil, daha çok bu arayışın Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve onun gerçekte sahip olduğu kapasite ve yeteneklere yeterince dayanmıyor görünmesindedir.

Bunun en ortadaki delillerinden birisi BDP’nin yarım bırakılan Karadeniz programına verilen tepkide saklıdır. Öyle ki, bence sessiz bir çoğunluk nezdinde bu süreç, her ne kadar aksi ifade edilse de, devletin kendi inisiyatifi dışında ve oldukça teslimiyetçi bir şekilde gelişmekte olarak algılanmaktadır. Zira kimse anketlere güvenmesin. Anketlerde soru, nasıl bir cevap almak isteniyorsa öyle bir teknikle sorulur. O nedenle ben, “keşke bugün bu ülkenin, bu milletin her zaman öğündüğümüz, yüzyıllara dayandığı söylenilen “Devlet olma tecrübesine” daha yakışan, onun gücü, yaratıcılığı ve inisiyatifi ile gelişen bir süreci izliyor olsaydık” diyen pek çok kişi olduğunu düşünüyorum.

Dolayısıyla bu süreç en sonunda, millete sunacağı öneriler açısından çok hassas bir nitelik taşımaktadır.

Şayet Türkiye’yi yıllardır meşgul eden ve büyük acılara sebep veren bu bela “Terör” idiyse, “Terörle” ve “Teröristle” masaya oturulduğunun farkında olunduğunu umuyorum. Ama şayet BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi, bela bir “Savaş” idi ve şimdi “Barış” isteniyorsa o zaman olan biten bize anlatıldığı gibi “Terör” değilmiş de “başka bir şeymiş (?)” demektir. O zaman masaya oturulan kişi de zaten “Terörist” olmaktan çıkmıştır demektir. Ayrıca ben tarihte savaşan taraflar arasında bir kazanan olmadan barış görüşmelerine geçildiğini de çok nadiren gördüm. Tüm tarafların tatmin olmasını sağlayan Kazan-Kazan prensibi ise uygulanması oldukça güç bir tekniktir.

Diğer taraftan, çözüm sürecinde kendisine bu kadar inisiyatif tanınan ve gelişmeleri “Ankara” gibi “İmralı” dan idare eden, ağzından ne çıkacak diye bütün basının pür dikkat kesildiği, ona giden gelenin kim olacağının manşetlere taşındığı, yani sürecin başarısının ellerine teslim edildiği kişinin, kendisine bu derece ağır siyasi bir görev yüklenmişken ve ülke içinde ve dışında  bu derece önemli bir siyasi muhatap olarak kabul görmüşken, artık hala bir tutuklu veya terörist olduğu kimseye anlatılamaz. Zaten gerçekçi olmak gerekirse O artık Siyasi bir kişiliktir ve bu önemde Siyasi bir kişiliğin oturacağı yeri artık İmralı’da tutmak mümkün olmayıp, muhtemelen TBMM Genel Kurul salonunda bir koltukta nihayet bulacakmış gibi görünmektedir.  

Millet ses çıkarmıyor, ama umarım bunları not ediyordur.

Ayrıca, yeter ki bu bela/terör/savaş sona ersin de bunların ne önemi var diyenler kadar, gelişmeleri yutkunarak izleyenleri de dikkate almak gerekir.”

Süreç üzerine 2. yazı

Peki bir önceki yazımda kendime göre açıklamaya çalıştığım gelişmelerin sonu nereye varabilir?

Bir olasılıkla: Terör/kalkışma/savaş adı her neyse, bu artık sonsuza dek son bulur. Abdullah Öcalan tıpkı tutuklandığında kameralara söylediği gibi “çözüm sürecine katkıda bulunmuş ve devletine hizmet etme imkanı bulmanın” huzuruyla cezasını İmralı’da ömür boyu olarak çekmeye devam eder. Artık BDP, PKK ile kucaklaşmaz aksine terörist gördüğü anda sırt çevirir, yanından bile geçmez. Kürt etnik kimliği üzerinden siyaset yapmayı bırakır ve hatta Avrupa’daki “Yeşillere” benzer bir işleve dönüşür. Türk Silahlı Kuvvetleri işine gücüne döner. Doğu ve Güneydoğu hızla kalkınır, üretim başlar, işsizlik biter, ulaşım, sağlık ve eğitim başta olmak üzere Türkiye’nin en gelişmiş bölgelerini süratle yakalar. Zorunlu askerlik son bulur ve profesyonel askerliğe geçilir. Ordunun asker sayısı azaltılır ve terörle mücadelede boşa harcanan beşeri ve ekonomik kaynaklar tümüyle kalkınmaya, kaybedilen bunca zamanın telafisine yönlendirilir. Daha mutlu, daha huzurlu, daha müreffeh bir Türkiye’de yaşamaya başlarız. AB de bizi bir an önce üye devlet yapar.

Bir başka olasılıkla: PKK bitmiş görünür, ama daha fazlasını istemek için kendinde cesaret bulur ve ne olur ne olmaz, işler istediği gibi gitmezse diye perde arkasında, sessizce yeni bir strateji geliştirmeye çalışır. Anayasal Vatandaşlığa dayanan Yeni Anayasa kabul edilir. Türkiye federatif bir cumhuriyet ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan yeni Türkiye’nin ilk Başkanı olur. Güneydoğudaki federasyona Kuzey Irak ve Kuzey Suriye toprakları da katılır. Bu durumun, Irak ve Suriye’de kurulacak yeni yapıları ve başta İran olmak üzere bazı komşularımızı bölgedeki güç dengesi bozulduğu için rahatsız edeceği bilindiğinden Türkiye şimdi genişleyen daha büyük bir toprağı korumak için daha büyük bir orduya sahip olmak ister. Hatta bunun için, hazır bu kadar general ve subay tutuklu iken, ordunun kuruluşu yenilenir. Küresel aktörler tarafından, bölgenin petrol gelirlerinden Türkiye’ye, Doğu ve Güneydoğunun ve federatif yapıya yeni katılan bölgelerin kalkınması için gerekli olacak kadarı verilir. Abdullah Öcalan başta olmak üzere bazı PKK liderleri yeni kazandıkları siyasi işlevlerini TBMM çatısı altında Milletvekili olarak devam ettirirler. Başbakan Erdoğan, terör Türkiye’de son bulduğu için Nobel Barış Ödülü alır. Ödülün Abdullah Öcalan ile birlikte verilmesi de söz konusu olabilir. AKP kazandığı ilk prestij ile birinci parti olmaya ve en azından büyüyen topraklarımıza yeni katılan vatandaşlarımızın da takdiri ile oylarını artırır veya en azından muhafaza etmeye devam eder. BDP işlevine uygun yeni bir parti ismi seçer. CHP ve AKP’den Kürt milletvekilleri de bu Yeni BDP’ye geçer. Yeni BDP, Türkiye’ye yeni katılan federasyon topraklarında yaşayan halkın da oyları ile 2nci parti olur. Yeni BDP şimdi bölgesel değil, tüm Türkiye topraklarında yaşayan Kürtler için hakları iyileştirme arayışına odaklanarak politikalarını yükseltir. Türkiye Cumhuriyetinin isminin başka bir şey olması liberallerin de desteği ile daha güçlü savunulur ve zaman içinde de bu mümkün olabilir. CHP 3ncü parti ve MHP de 4ncü parti olurlar. AB bizi daha yakından izlemeye alır. Türkiye’nin değişen yeni siyasi, coğrafi, ekonomik ve demografik  yapısının ve bunlarla birlikte ilk başlarda daha da artan egosunun kendisine gelecekte bir sorun yaratıp yaratmayacağını, istikrar getirip getirmeyeceğini izler ve Türkiye’ye şimdilik imtiyazlı üyelik teklif eder.  

Tabi ki gelecek bu iki alternatif ile sınırlı değil. Türkiye için daha farklı birçok alternatif var. Benim burada yapmak istediğim elbette ki iyi veya kötü bir gelecek yazmak değil. Böyle bir yeteneğim olduğunu da düşünmüyorum. Benim yapmaya çalıştığım sadece herkese şu hatırlatmayı yapmaktır. Bugün aldığınız her bir kararın, verdiğiniz her bir referandum, genel veya yerel seçim oyunun, anketörlere verdiğiniz her bir cevabın, gelişmeler karşısında takındığınız tavırların bu ülkenin geleceğinin şekillenmesinde mutlaka bir karşılığı ve payı olacaktır. Saydığım tüm bu kararlarınızda, sorumlu ve bilinçli davranmanızın önemi büyük olacaktır. Zira, ortaokulda bir zamanlar bize öğretildiği tanımıyla “Sorumluluk” yapılan işin ve verilen kararın sonucuna katlanmasını bilmek demektir. Hükümetlere sorumluluğu yıkıp da “olacakların günahı ve sevabı onların boynunun borcuna” diyemeyiz. Çünkü hükümet aslında sizsiniz.”