İslami hareketler ve İslam coğrafyası ile yakından ilgilenen eski CIA direktörü Graham Fuller, Huffington Post gazetesinde yayımlanan bir yazısında Türkiye’de yaşanan darbenin Fethullah Gülen ile ilgisi olmadığını savundu.
 
CIA adına Ortadoğu’da önemli çalışmalar yürüten ve Fethullah Gülen’in popülarite kazandığı 1980’li ve 90’lı yıllarda Türkiye’de görev yapan Fuller, “İslâmsız Dünya”, “Siyasal İslâm’ın Geleceği”, “Türkiye’nin Kürt Sorunu” ve “Türkiye ve Arap Baharı” gibi kitapları yazan kişinin ta kendisi. Yazmış olduğu kitapların ismine bakmak bile, onun bu coğrafyada ne amaçla görevlendirildiğini ziyadesiyle izah ediyor.
 
Fuller’in söyledikleri aslında çok doğru!
 
Zira 15 Temmuz Darbesi’nin görünen aktörü her ne kadar Fethullah Gülen ise de gerçek patron; CIA ve Amerikan derin devletinin bizzat kendisi. Fuller ise, bu işin en önemli fikir babalarından biri olup, ona 21’inci yüzyılın Lawrence’ı da diyebiliriz.
 
Bundan bir yıl kadar önce New York Times gazetesi, Ortadoğu hakkında çok konuşulacak bir harita ve analiz yayımladı. Ortadoğu’da ki 5 ülkenin parçalanacağını ileri süren New York Times, Ortadoğu haritasının yeniden çizileceğini ve 5 eski devletten 14 yeni devletin ortaya çıkacağını yazmıştı.
 
Amerika’da herhangi bir gazete tarafından yayımlanan böylesi bir analizi, basit bir köşe yazarının alelade bir yazısı olarak değerlendirmemek gerekiyor. Zira böylesi bir yazı, CIA, NSA ve Amerikan derin devletinin onayı ol0maksızın hiçbir şekilde New York Times gibi bir gazetede yayımlanamaz.
 
Bu tarz yayınlar aslında istihbarat kuruluşlarınca hazırlanan ve el bombası gibi “pimi çek at” tarzındaki “think-tank” raporlarına dayanır. Farklı konularda eğitim almış zehir gibi 10-15 insan, bir masa etrafına oturur ve hiçbir engel ve kısıtlama olmaksızın geleceğe yönelik tahmin ve projeksiyonlarda bulunur. Arabistan’daki petrol kuyularının bombalanıp petrol fiyatlarının şişirilmesi, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmek için kışkırtılması, ASALA ve PKK’nın Türkiye’ye karşı kullanılması, hatta ve hatta Fethullah Gülen gibi bir meczubun yaratılması bile bu tarz think-tank raporlarının mahsulüdür.
 
New York Times’a göre; SURİYE ve IRAK dörde bölünecek. Suriye’de Akdeniz sahili boyunca Lazkiye merkezli bir ALEVİSTAN devleti kurulurken, Kuzey Irak’taki Kürdistan Özerk Bölgesi ile Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgelerinin birleşiminden, Türkiye’nin Hatay dışında kalan bütün güney sınırı boyunca uzanan Erbil merkezli yeni bir KÜRDİSTAN doğacak. Irak’ın güneyinde ise Basra merkezli ŞİİSTAN doğarken, Suriye ve Irak’ta ise Bağdat ve Şam’ı da içine alan Arap SÜNNİSTAN devleti kurulacak.
 
SUUDİ ARABİSTAN’a gelince durum çok daha vahim bir görüntü arz ediyor. Bu senaryoya göre şimdiki Suudi Arabistan’ın Hürmüz Körfezi bölgesinde DOĞU ARABİSTAN, Hicaz’da BATI ARABİSTAN, Yemen’e yakın bölgede GÜNEY ARABİSTAN, kuzeyde KUZEY ARABİSTAN kurulurken, ülkenin orta kesiminde ise Riyad merkezli bir VEHHABİSTAN devleti kurulacak. Bu devletlerin başına kimlerin geçeceğini çok fazla düşünmenize gerek yok. Zira mevcut kraliyet ailesine muhalif o kadar fazla Arap kabilesi mevcut ki, bu konuda herhangi bir sıkıntı yaşanmayacak.
 
Yemen’in ise KUZEY YEMEN ve GÜNEY YEMEN olarak ikiye bölünmesi muhtemel görünüyor. Bölünme sonrasında Güney Yemen’in Suudi Arabistan’ın bölünmesiyle ortaya çıkacak GÜNEY ARABİSTAN ile birleşmesi, aşiret ve kabile bağları dolayısıyla olasılıklar dahilinde görülüyor.
 
LİBYA ise adı konmamakla beraber zaten fiilen bölünmüş durumda. Libya’da ortaya çıkacak devletlerin isimleri ise SİRENAKYA, TRABLUSGARP ve FİZAN olacak.
 
Bu bölünmeleri emsal gösteren Batılılar, BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ kapsamında gözlerini Ortadoğu’ya ve Ortadoğu’nun en güçlü ülkelerinden biri olan Türkiye’ye çevirmiş durumda.
 
New York Times’ın haritasına göre; KÜRDİSTAN fotoğrafının tamamlanması için gereken eksik parça Türkiye’de bulunuyor. 
 
ABD’nin bir başka tetikçi yayın organı The Atlantic Monthly dergisi, 2008 yılında benzer bir harita ve makale yayımlamış, derginin kapağına da Türkiye’nin Doğu Karadeniz sınırına kadar uzanan bir Kürdistan haritası yerleştirmişti.
 
Amerika Birleşik Devletleri’nin 43. Başkanı George W. Bush tarafından Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adıyla duyurulan ve orijinal ismi Genişletilmiş Ortadoğu İnisiyatifi (Greater Middle East Initiative) olan bir proje kapsamında; “Fas’ın Atlantik kıyılarından, Pakistan’ın kuzeyindeki Karakurum yaylalarına, Türkiye’nin Karadeniz kıyılarından Aden ve Yemen’e kadar uzanan geniş bir coğrafyada, Müslüman ülkelere demokrasi ihraç edilmesi ve Batılılar için yeni ekonomik pazarlar yaratılması” öngörülmekteydi.
 
11 Eylül 2001 İkiz Kuleler Saldırısı bu projenin hayata geçirilmesini hızlandırmış, 7 Ekim 2001 tarihinde yani 11 Eylül’ün üzerinden henüz bir ay geçmeden Afganistan, 20 Mart 2003 tarihinde ise Irak işgal edilmişti.
 
Daha sonra Arap Baharı denilen bir furya başladı. “Demokrasi ve özgürlük” adına yapılan toplumsal protestolar, Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen’de mevcut yönetimleri alt üst etmeye yetti. Arap dünyasında yaşanan bu büyük değişim hareketi, bazı diktatörleri devirirken, bazılarının da infaz edilip ortadan kaldırılmasına sebep oldu.
 
Arap Baharı ilk olarak TUNUS’ta patlak verdi. Muhammed Buazizi isimli bir seyyar satıcının 18 Aralık 2010’da kendini yakmasıyla Tunus’ta başlayan protestoların ardı arkası kesilmedi ve 23 yıl boyunca ülkeyi yöneten Zeynel Abidin Bin Ali Tunus’u terk etmek zorunda kaldı.
 
Tunus protestolarından yaklaşık bir ay sonra 25 Ocak 2011’de protesto dalgası bu defa MISIR’ı vurdu. 11 Şubat 2011’de ülkeyi 40 yıl boyunca yöneten Hüsnü Mübarek görevinden istifa etti ve tutuklandı. Yüksek Askeri Konsey Başkanı Muhammed Hüseyin Tantavi, 6 ay sonra görevi sivillere devredeceğini söylediyse de bu sözünü tutmadı. Ülkede yeniden protestolar başladı ve 28 Kasım 2011’de yapılan seçimlerde Halk ve Şura Meclisi seçimlerini Müslüman Kardeşler Hareketi kazandı. 30 Haziran 2012’de yapılan seçimlerde ise Muhammed Mursi cumhurbaşkanı oldu. Ancak yaklaşık bir sene sonra 3 Temmuz 2013’te bu defa Abdulfettah Sisi darbe yapmak suretiyle yönetimi ele geçirdi.
 
Arap Baharı’nın rüzgârı 15 Şubat 2011’de LİBYA’ya ulaştı. İsyancılar, Bingazi’nin kontrolünü kolaylıkla ele geçirdi. Ardından ülkeyi 42 yıldır yöneten Muammer Kaddafi’yi indirmek için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde uluslararası müdahaleye onay veren bir karar çıktı. İki gün sonra da Fransız uçakları Kaddafi güçlerinin mevzilerini bombaladı. Sirte şehri düştü, Kaddafi isyancılar tarafından yakalandı ve linç edilerek öldürüldü. Bugün Libya’da iki ayrı hükümet ve iki ayrı meclis var ancak devlet otoritesinden eser bile yok.
 
Arap Baharı’nın en kanlı yaşandığı, yüzbinlerce insanın öldüğü ve harabeye dönüşen kentlerin küresel güçlerin oyun sahası haline dönüştüğü ülke ise SURİYE oldu. Suriye’de 15 Mart 2011’de başlayan protestolar kısa sürede tüm ülkeye yayıldı. Altı yıldır devam eden iç savaşta 400 bine yakın kişi hayatını kaybederken, sekiz milyon kişi ise evini terk etmek zorunda kaldı.
 
YEMEN’de Ali Abdullah Salih’i devirmeye yönelik gösteriler ise 27 Ocak 2011’de başladı. Abdullah Salih, 33 yıllık iktidarı boyunca yapmış olabileceği hatalardan dolayı af dileyerek görevini bıraktı. Sonrasını merak etmeye gerek yok: Yemen’de iç savaş başladı ve yakın gelecekte bitecek gibi de görülmüyor.
 
Peki Ortadoğu ve Arap coğrafyası neden hedef?
 
Dünya’da kanıtlanmış doğalgaz rezervlerinin % 34’ü, petrol rezervlerinin ise % 65.4’ü Ortadoğu ülkelerinde bulunuyor da ondan.
 
Mısır, Cezayir, Libya ve Tunus’taki petrol rezervleri de eklendiğinde, toplam dünya petrol rezervlerinin % 69.6’sı Arap Baharı’nın yaşandığı ülkelerde yer alıyor.
 
1977 ile 80 yılları arasında Türkiye’de kalan ve mükemmel derecede Türkçe, Rusça ve Kürtçe bilen Graham Fuller, NSA ve CIA bünyesinde etkin olarak çalışmış, CIA Ortadoğu Masası Şefi olarak İslam ülkelerinde ve bu arada Türkiye’de geçirdiği uzun yıllar boyunca edindiği bilgi ve tecrübeleri “Siyasal İslâm’ın Geleceği” isimli kitabında toplamıştır.
 
Şu bir gerçek ki; Batılıların ve ABD’nin bu defaki oyunu çok ama çok büyük!
 
Ortadoğu coğrafyasında yaşanan olayları düz mantıkla değerlendirmek büyük bir hata olur. Asimetrik bir bakış açısına ve çapraşık yorumlama yeteneğine ihtiyacımız var.
 
Cumhurbaşkanlığı bünyesinde geleceği iyi okuyabilecek, uçuk kaçık öngörülerde bulunabilecek kişilerin istihdam edilmesi gerekiyor. Osmanlı döneminde bile var olan böyle bir dairenin, günümüz Türkiye’sinde olmaması çok acı bir şey.
 
Batılılar hiç ara vermeksizin Türkiye’ye neden saldırıyor? 
 
Bu soruyu cevaplandırmak için alim olmaya gerek yok.
 
Türkiye büyüyor.
 
Türkiye kendilerine rakip olmaya başlıyor.
 
Türkiye gerçekleştirdiği stratejik yatırımlarla Batı’nın altını oyuyor.
 
Türkiye Afrika’ya el atıyor; “Sudan’da, Somali’de, Kızıldeniz’de artık ben de varım” diyor.
 
Türkiye; “100 yıl önce yaptığınız gibi Ortadoğu’yu size yedirmem, Suriye’nin, Katar’ın, Basra Körfezi’nin güvenliği benden sorulur” diyor.
 
Batılılar işte bunları hazmedemiyor.
 
Türkiye’nin, tarihinde hiç olmadığı kadar istikrara ve güçlü bir yönetim yapısına ihtiyacı var. Aksi durumda param parça olacağız.
 
İşte bu nedenle yeni Türkiye’nin kuruluşuna el birliği ile destek vermek zorundayız.
 
Uyuyan devin uyandığını, 100 yıldır sömürge devleti olarak idare edilen Türkiye’nin küllerinden yeniden doğduğunu, Türklerin bu coğrafyada adım adım üstünlük kurmaya başladığını görüyorlar.
 
IMF kapılarında para dilenen, Batılıların karşısında el pençe divan duran bir Türkiye’nin artık var olmadığını, Türkiye’nin ekonomik açıdan kimseye muhtaç olmadığını, birbiri peşi sıra mega projelere ev sahipliği yaptığını görüyorlar.
 
Gezi Olaylarının çıkış sebebi; IMF borçlarının sıfırlanması, faizlerin dip yapması, Türk ekonomisinin aşırı derecede büyümesi ve mega projelerin temellerinin atılmasıydı. Siyasi ve politik istikrasızlık yaratılarak faizler tırmandırılacak, para politikaları alt üst olacak, Türkiye tekrardan IMF’ye kurban edilecekti.
 
17/25 Aralık Yargı ve Emniyet Darbesi’nin çıkış sebebi; Erdoğan’ın iktidardan uzaklaştırılması, hapsedilmesi ve Fethullah Gülen güdümünde bir hükümet kurulmak istenmesiydi. İşin sonunda Türkiye kendisinden her istenileni yapacak, Avrupalılara kafa tutamayacak, kamu şirketleri üç kuruş beş paraya Batılılara peşkeş çekilecek ve kukla bir yönetim işbaşına getirilecekti.
 
15 Temmuz Darbesi’nin yapılma sebebi ise; Fuller’in –tabi doğal olarak ABD’nin- hayalindeki Ortadoğu haritasını tam olarak çizebilmektir. Türkiye’nin kontrol edilmesi, ele geçirilmesi, parçalanması, yeni uydu devletçiklerin kurulacağı ortamı hazırlamaktı.
 
15 Temmuz gecesi darbecilerin, köprünün Asya yakasına niçin konuşlandıklarını hiç düşündünüz mü? İstanbul’un Avrupa yakasında özerk bir HIRİSTİYAN ORTODOKS DEVLETİ kurulacaktı da onun için.
 
Şundan son derece emin olabilirsiniz: eğer 15 Temmuz başarılı olsaydı AYASOFYA’dan ÇAN SESLERİ yükselecek, Fatih’in 1453 yılında fethettiği bu mübarek şehir -ki ben İSLAMIN SON KALESİ diyorum- 563 yıl sonra tekrardan Hıristiyanların eline geçecekti.
 
Vesayet kurumlarının etkinliği açısından Türkiye’ye en fazla benzeyen ülke Mısır’dır. İsimleri değişik olsa da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, HSYK, Yüksek Seçim Kurulu, Askeri ve Sivil Mahkemeler, Sayıştay, Danıştay gibi Anayasal vesayet kurumları Mısır’da da vardır. Hatta bizdeki OYAK’ın birebir aynısı NSPO ismiyle onlarda da vardır.
 
Peki nasıl oluyor da bu iki ülkenin kurumları birbirinin tıpatıp aynısı olabiliyor? Çünkü her iki ülkeyi kuran, kurgulayan ve tasarlayan akıl aynı akıldır da onun için.
 
Muhammed Mursi’ye darbe yapıp iktidar koltuğunu ele geçirenler, ordu içindeki “laik” kesim ve onu temsil eden Abdulfettah Sisi idi.
 
Türkiye’de şu an için “Laik, Kemalist ve Ulusalcı” ordu mensupları darbe yapmaya en yakın grubu oluşturuyor. Dikkat ederseniz “şu an için” kelimesini kullanıyorum. Çünkü darbe yapıldıktan çok kısa bir süre sonra, esas ve kalıcı yeni bir darbe daha yapılacak, ordu içindeki “Laik, Kemalist ve Ulusalcı” askerlerin tamamı infaz edilip, kontrol tamamen FETHULLAH GÜLEN’in eline geçecektir.
 
“Fethullah Gülen bu devleti ele geçirip de ne yapacak?” diye sorarsanız, o sadece bir piyon. Türkiye’yi dilim dilim parçalayıp Batılılara teslim edecek ve işin sonunda muhtemelen o da infaz edilecektir.
 
KÜRDİSTAN, RUM PONTUS ve KOSTANTİNOPOLİS gibi devletler ortaya çıkıp Türkiye bölündükten sonra Fethullah ölse ne olur, yaşasa ne olur?
 
Olan Türkiye’ye ve Türklere olur.
 
Uyan ey halkım!
 
Oyun çok büyük, hem de çok çok büyük.
 
Bugüne kadar New York Times ve Fuller’in öngörülerini boşa çıkartan tek ülke Türkiye oldu.
 
Ancak 15 Temmuz’u 250 şehitle atlattık diye kurtulduk mu?
 
Kesinlikle hayır.
 
Tehlike devam ediyor. Su uyuyor düşman uyumuyor. ( Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM)
Sağlıcakla kalın…