Dün, 17 Ağustos tarihinin yaklaşması sebebiyle sözde “deprem uzmanlarımızı” eleştiren bir yorumum oldu.Bunun üzerine bazı eleştiriler aldım. Bunların içinde olumlu eleştiriler olduğu kadar olumsuzların sayısı hiç de az değildi.Özellikle Türkiye’nin yetişm

Dün, 17 Ağustos tarihinin yaklaşması sebebiyle sözde “deprem uzmanlarımızı” eleştiren bir yorumum oldu.

Bunun üzerine bazı eleştiriler aldım. Bunların içinde olumlu eleştiriler olduğu kadar olumsuzların sayısı hiç de az değildi.

Özellikle Türkiye’nin yetişmiş bilim adamları noktasında yaşadığı sıkıntıları hatırlatanlar biraz haksızlık ettiğim kanaatine kapılmış…

Haklı olabilirler ama ben bu tür özel günlerin birileri tarafından hep sulandırıldığı kanaatindeyim.

Bu sadece bilim adamlarına mahsus değil. Vatandaşlar olarak bizler de önemli ve hassas günlerimizi çok çabuk sulandırıyoruz.

Bunun en güzel örneği de kuşkusuz 17 Ağustos 1999 depremi sonrasında düzenlenen anma törenleri.

Başlangıçta bu acıyı yaşayan herkes çok inançlıydı. “17 Ağustos’u unutmadık unutturmayacağız” diye kararlı bir irade ortaya koyuldu.

Başlangıçta iyi de gitti. 17 Ağustos’u anma törenleri büyük bir katılımla gerçekleşti. Neredeyse bütün Adapazarı Bulvar’a aktı.

Ama daha sonra ki yıllarda olan oldu. 17 Ağustos’u anma programları biranda sulanıverdi.

Öyle ki, böyle, böyle her yıl sulandırdığımız 17 Ağustos törenleri kimsenin itibar etmediği, ilgi göstermediği bir hal aldı.

Haliyle anma törenlerine gölge düştü. Özellikle kaybettiklerinin acılarını paylaşıp ardından dua okumayı bekleyenler törenlere katılmaz oldu.

Önce felaketi birebir yaşayanların anlattığı “ibret dolu” hatıraların konuşulması sistemli olarak unutturuldu.

Bunun yerine konserler devreye girdi. Ne alakaysa kaybettiklerimizi yeni tabiriyle “dinletiyle” hatırlamaya kalktık.

İlk zamanlar neredeyse bütün camilerde okutturulan “mevlit de” gereksiz görülüp program dışına atıldı.

Bunun yerine, başka inanışlardan devşirdiğimiz “mumları” yakıp derdimize yanmaya kalktık.

Kaybettiklerimizin ardından “dudaklarımızdan dualar döküleceğine” ağzımızdaki “düdükleri öttürmeyi” iş sandık.

Yani hüzün havasında kutlamamız gereken 17 Ağustos törenleri yerini sanki “karnaval” havasına bıraktı.

Kısacası 17 Ağustos’u anma törenleri iyice raydan çıktı. Öyle ki; bir “Sulu Kule Ekibi’ni” çağırıp göbek atmadığımız kaldı.

Son yıllardaki organizasyonlara bakarsak yakında o da olur. Enkaz altında kalarak can veren insanları artık “göbecikleri atı verip” bir güzel hatırlarız.

Evet, “17 Ağustos’ta göbek atmak” kelime olarak bile insanı ne kadar rahatsız ediyorsa da, bu kafayla iş oraya doğru gidiyor benden uyarması…