“Dil varlığın evidir.” Martin Heidegger’in bir cümlesiyle başlıyorum bu kez yazıma. Ve yine dilin önemine değinen bizden bir cümleyle devam etmek istiyorum. Yahya Kemal Beyatlı’nın “Dil benim haysiyetimdir…” Önem verdiğimiz birçok konuda olduğu gibi bu konuda da daha pek çok şey söylenmiştir eminim. Söylenebilir de… İşte ben de Heidegger ve Beyatlı kadar şiirsel olmasa da bir şeyler söylemek istiyorum.

Bedenimiz bu topraklarda; ruhumuz, aklımız batıda. Yani moda bir söylemle batının kafasını yaşıyoruz. Hani 23 Nisan’larda evimizi açtığımız, misafir ettiğimiz dünya çocukları var ya… Evlerine döndüklerinde ailelerine neler söyleyebildiklerini az çok tahmin edebiliyorum. Eğer batılı bir çocuksa “Anne, baba hiç yabancılık çekmedim Türkiye’de, kendimi evimde gibi hissettim. Bir alış veriş merkezine götürdüler, bütün mağazaların isimlerini okuyabildim bizdekilerin aynısıydı. Evlerinde kullandıkları elektronik eşyalar, cep telefonları…”  Ya misafir çocuğumuz Müslüman bir ülkenin Müslüman bir çocuğuysa, “Bir batı ülkesinde gibiydim, neredeyse Türkçe bir tabela görmek mümkün değil, lokantalar dışarıya taşmış, insanlar yollarda yiyip içiyor herkesin gözü önünde. Yerli yemeklerin yapıldığı mekanlarda bile isimler Türkçe değil. Burgerciler tıklım tıklım. Minareler ve ezan sesi de olmasa…” Böyle düşününce, ev sahibinin onların dünyasında garip bir misafir olduğunu anlıyoruz.

Daha önceleri turistik şehirlerimizde var olan dilde yabancılaşma durumu, şimdilerde bütün şehirlerimizde hatta köylerimizde dahi görülebilmekte. Küçücük bir bakkala bilmem ne market, bir berber dükkanına style barber, içinde birçok bilgisayar bulunan bir içecek yerine face to face yazdırıp tabela asmak. Tabelada bir boynuz resmi ve meat yazıyorsa anlıyoruz ki orası kasap veya et lokantası, bilmem ne cafe, bilmem ne restaurant, bilmem ne home, bazaar örnekler böyle uzaaar gider. Bütün bunları görebilmek için çok uzağa gitmenize de gerek yok. Serdivan’da çoğunlukla üniversitelilerin uğrak yeri olan o meşhur caddeden bir geçin yeter. Işıl ışıl yarı İngilizce yarı Türkçe isimli mekanlar. Söylemeden geçemeyeceğim, korkarım gidişata göre Arapça isimli mekanlarda çoğalacak.

Bunu neden yapıyorsunuz? Neden bu kolayca teslimiyet? Dilimiz haysiyetimizdir, dilimiz varlığımızın evidir. Aklı başında hiç kimse evinin içini çöple doldurmaz. Ne yazık ki dilimiz karman çorman bir çöplüğe dönüyor. O dilden bir kelime, bu dilden bir kelime. Kendine yabancılaşan, kendi ülkesinde misafir olan bir millet oluyoruz. Geç değil hala bir şeyler yapabiliriz.

“Coffee break’e gittik, ok, hadi bye, pardon, baby shower’a geliyor musun?” Türkçe olmuyor değil mi? Böyle konuşunca pek havalı olunuyor herhalde… Celladına aşık olmak mı? Yok oluşun vazgeçilmez cazibesi mi?

Size şöyle mi demeliyiz?  “Kendinizi check edin.”

“Sağlam donelerle gelin.”  Bu cümle olmadı.

 Amaaan silkinin ve kendinize gelin.