Türkiye’nin yönetim şeklinin, parlamenter sistemden ‘partili Cumhurbaşkanlığı’ olarak da bilinen başkanlık sistemine dönüştürülmek istenmesi ile 16 Nisan’da bir referandum gerçekleşti.

Bu referandum sonucu Cumhurbaşkanı, ‘devletin başı’ olarak yürütme yetkisini kullanarak, Başbakanlık ve Bakanlar Kurulunu kaldırdı. Sandık iradesi, Türkiye’de bir sistem değişikliğine gidilmesi yönünde vize vermişti.

Ancak, 16 Nisan seçimlerinin ardı sıra AK Parti’de bazı dengeler değişime uğradı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir çok yetkinin yanı sıra partisinin Genel Başkanı olmuş, sırtındaki yüke yenilerini de eklemişti.

Kurulduğu günden bu yana girdiği tüm seçimleri başarı ile tamamlayan AK Parti’de, yolunda gitmeyen bazı nahoş durumlar iyiden iyiye dillenmişti. Teşkilatlarda, her ne kadar birlik ve beraberlik mesajları verilse de içten içe bir kaynama baş göstermeye çoktan başlamıştı.

Partinin emektarları yok sayılmaya, parti gücünden nemalanmak isteyen halk ağzıyla “siyasi yanpeşler” başköşelerden yer kapma telaşı içine girdi.

Hal böyle olunca, parti içinde “Reisçiler” ve “ AKP’liler” tartışması boy gösterdi!

Davasına inanmış, liderine güvenmiş, derdi memleket olan vatansever partililer, durumu hazmedemiyor ancak Reis’e olan sevdaları nedeniyle diyeceklerini kursaklarında bırakıyordu. Milletvekili seçimlerinde bölge halkının isteği dikkate alınmıyor, Belediye Başkanlığı seçimlerinde vatandaşın gönlünü kazanmış şahsiyetli yöneticilere imkan tanınmıyor, meclis üyeliğinde hemşericilik dayatması ile gelenekçilere göz açtırılmıyordu.

Herkesin kafasında tek bir soru vardı!

Reis bunları görmüyor muydu? Duymuyor muydu?

Kış kıyamet demeden sokaklarda bayrak asarak, yağmur kar demeden miting meydanını doldurarak, eşine ya da çocuğuna ayıracağı zamanlarda kapı kapı broşür dağıtarak, gece yarılarına kadar toplantılarda partisinin propagandası yaparak, ev ev gezip dert dinleyerek, tankların önüne göğsünü siper ederek bu günlere getirdikleri partileri, “siyasi yanpeşler” yüzünden göz göre göre hızla ivme kaybediyordu.

Herkesin kafasında tek bir soru vardı!

Reis bunları görmüyor muydu? Duymuyor muydu?

Bir ilçe başkanını bile atarken kılı kırk yaran Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın etrafını da yukarıda saydığım nitelikteki partililer(!) mi kuşatmıştı?

Türkiye’nin iç ve dış politika da çözmesi gereken sorunları, aşması gereken ekonomik krizi vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, belki de öncelik sırasını Türkiye’nin sorunlarına, parti meselelerini de çoğunlukla yardımcılarına veyahut danışmanlarına bırakmıştı. Parti içindeki hissedilir rahatsızlıklar işte tam bu noktada başlıyordu.

Reis, yanlış mı yönlendiriliyordu?

Teşkilatlanma yapılarına, Milletvekili tercihlerine ve Belediye Başkanlıklarında adı geçenlere bakılırsa durum onu gösteriyordu.

Reis duysaydı, reis görseydi;

12 Ekim 2003’te yapılan ilk kongrenin sloganı “Her şey Türkiye için, bu ışık sönmeyecek” okunduğunda tüyleri diken diken olanlara, reis “Beraber yürüdük biz bu yollarda” diye haykırdığında ayağındaki ayakkabısı ile seyrüsefere çıkmaya razı gelenlere, “Büyük millet, büyük güç, hedef 2023” hedefinde çocuklarını aynı davaya hazırlayan kutlu yürüyüşçülere bazı kesimlerce “Merdiven altı partili” muamelesi yapılmasına "One minute" der miydi?

Halkının sesine kulak kapatır mıydı?

Her yerde savunduğu “Yerli ve milli duruşun” siyasete de sirayet edilmesi talebine vurdumduymazlık eder miydi?

Kim bilir…

Ben bilmem, reisçiler bilir!