İnternette dolaşırken karşıma dikkat çeken bir yazı çıktı. Dolayısıyla Ahmet Faruk Öncü imzalı “Cemaatler nerede” başlıklı bu yazıyı sizinle paylaşmak istedim.
 
Noktasına ve virgülüne dokunmadan yayınladığımız bu yazıyı her hangi bir yorum katmadan aynen aktarıyorum.
 
Biraz uzun bir yazı ama sabırla okumanızı tavsiye ediyorum. İşte Ahmet Faruk Öncü’nün “Cemaatler nerede?” başlıklı o yazısı.
 
Bazıları diyor ki, “Ehl-I Sünnet cemaatler, Feto ile mücadelede neden haşin değiller? Neden sakin duruyorlar? Neden bağırıp çağırmıyorlar.” Bunları diyenlere bir kaç sözüm var.
 
Bak kardeşim, anlatayım;
 
40 yıldır, sen Feto’nun okullarında okurken, dershanelerine tonla para verip giderken; oralarda gayri İslami bir zehrin enjekte edildiği şuuruyla, babalarımız asla bizi oralara göndermemişti.
 
Sen, tıpkı bugün, meydanlarda yaptığın gibi, elinde bayraklarla, Türkçe olimpiyatlarına genç kızların danslarını izlemeye gidip şarkılara gözyaşlarıyla eşlik ederken; biz rahle başında İslam’ın temel akidelerini öğreniyorduk.
 
Sen, hoşgörü, diyalog deyip, gayrimüslimler ne güzel Müslüman oluyorlar derken; biz o Müslüman olduğunu zannettiğin kişileri, ülkesinde tanıyor ve hiç de öyle olmadığını bilip senin kandırılmana üzülüyorduk.
 
Sen, kolejlerin verdiği yüksek dereceli eğitimleri övüp, herkesi oraya teşvik ederken; biz hem o eğitimi alıyor hem de İslami ilimleri satırlardan sadrımıza aktarmaya çalışıyorduk.
 
Sen, Feto’ya ne isterlerse kepçe kepçe verirken; bizden kimimiz onlara reddiyeler yaptı diye hapislere girdi, kimimiz iftiralara uğrayıp işinden gücünden oldu. Onlar bugünün gizli kahramanları değil de nedir?
 
Sen, himmet-hipnoz seanslarında, paraları çantayla hüngür hüngür verirken; biz o paraların maksadı dışında nerelerde kullanıldığını görüp, üzülüyorduk. İkaz etsek de dinletemiyorduk.
 
Sen, Feto’yu o dönem 100 birim desteklerken, bizim 20 birim mesafeli durmamızı eleştiriyor, kıskançlık olarak niteliyordun. Bugün sen 100 birim mesafeli duruyorsun ve sen bizim 40 yıldır durduğumuz 20 birimlik mesafeyi yine anlamsızca eleştiriyorsun. Biz yine sana “sükunet ve adaleti” tavsiye ediyoruz.
 
Biz, içlerindeki ehl-i salat, ehl-i insaf, ehl-i vicdan, ehl-i iman olan kimselerin kalplerini kırmamak için sessizce işimizi yaparken, sessizliğimizi pasiflik zannedip, küçümsüyordun.
 
Bugün sen eline balyozu almış, adalete umursamadan saldırırken; biz bu hengamede masumlar da yanmasın diye senin için dua ediyoruz.
 
Hey dostum, sen gaza gelmiş, onların peşinde ülke ülke “yolunmaya” giderken; biz dünyanın her köşesinde sessizce, mevzi mevzi ehl-I sünnet müdafaası yapıyorduk.
 
Türkiye’nin her kasabasında, Dünya’nın her ülkesinde kök salmış olan bir “şer” yapıyı, sen nasıl sarsabildiğini,  nasıl bu kadar yıpratabildiğini zannediyorsun? O küçümsediğin onlarca ehl-I sünnet cemaat ve onların rahlelerinden geçen milyonlarca vatanperverin, hiç mi emeği yok bu işte?
 
Sen, ihale peşinde koşup, devletin en kritik kurumlarını hainlere gafilce teslim ederken; biz sana bunu haykırıyorduk ama umursamıyordun. Lakin biz Rabbimize “hayır” için dua ediyor ve köy köy, kasaba kasaba seni iktidara taşıyan oy potansiyellerini yetiştiriyorduk.
 
Geldiğin bu noktada, ukalalığın senin en zayıf yönün olur. Seni sen yapan milleti, o milleti ayakta tutan iç dinamikleri unutursan, ilahi tokat sert olur.
 
Kendi kendine öğrenilmiyor bu işler, bu ilimler. Kendi kendine profesör olabilir mi bir insan? Kadim bir müessesede dirsek çürütmeden, sabahlamadan, yıllarını vermeden, o ruhu kendi kendine nasıl alabilir bir insan?
 
Vatanperverlik; ruhuna işlemişse kalıcı olur, duygularına işlemişse geçer gider.  
Ruh; sükuneti sever, derinliği sever. Adım adım işini yapar. Nakış gibi işler…
 
Ruh; sloganı sevmez, hırçınlığı sevmez, kontrolsüzlüğü sevmez.
Unutma; milletin feraseti, milletin maneviyatı, içindeki o “dinamik” yapılarda.
Unutma; bundan önce kurduğumuz tüm devletleri o “dinamikler” kurdu.
 
Dilerim Allahtan, bu hataya topyekun düşmezsiniz. Münferit şımarıklıklar olarak kalır bunlar. Dilerim Allahtan, güzel işlerinizin ecirlerini zayi etmezsiniz.
 
Sen soruyorsun, Ehl-I Sünnet Cemaatler nerede? Onlar her yerde. Yeri geldiğinde rahlede, yeri geldiğinde meydanda…
Flamasız, amblemsiz, slogansız, minnetsiz… Sırf Allah için oralarda… Onlar senin amcan, dayın, abin, enişten, kardeşin… Onlar senin komşun, ortağın, müşterin…  
Heyecandan görmemiş olabilirsin…
 
Ve onlar, “Kadim Silsilelerinden” aldıkları enerjiyle, yine her nefeste “Allah” deyip, vücudun ihtiyacı olan kanı damarlara pompalamaya hep devam edecekler… 
 
Bin beş yüz yıldır olduğu gibi.
 
Demedi demeyin; bu milletin “kalbini” kırmayın…
 
Bu darbeler gelip geçici. Bu darbeler bizi daha da güçlendirir. Bu darbeler Malazgrit gibidir, Mohaç gibidir… Bazen Çaldıran gibidir…
 
Biz nice meydan muharebelerinden zaferlerle çıktık. Bizi yıkan hep tek bir darbe oldu.
 
Fitne…
 
Fitne ateşine odun taşımayalım…”
 
Evet yurtdışında yayın yapan “eurovizyon.co.uk” isimli internet sitesinde yazısını tesadüfen gördüğüm Ahmet Faruk Öncü’nün yazısı işte böyle. “Yorum” sizin…