Dr. Yusuf Gedikli

Yaprak dökümü Türkçemizin güzel deyimlerinden biridir. Reşat Nuri Güntekin’in böyle bir romanı olduğunu ve bunun yaklaşık on - on beş yıl önce televizyonlarda ilgiyle izlenen bir dizi filim olarak çekildiğini biliyoruz. Nazım Hikmet bir şiirinde “nesillerinin yaprak dökümü”nden, yani etrafındaki insanların ölümlerinden söz eder. Azerbaycanlı yazar İsmail Şıhlı da bir öyküsünde Nazım Hikmetin “nesillerinin yaprak dökümü” ifadesine göndermede bulunur ve o da ölümlerden şikâyet eder.

Son zamanlarda etrafımızda bir yaprak dökümü olduğundan biz de şikâyetçiyiz. Gerçekten insanın yaşı ilerleyince daha çok ölüm haberi alıyor, daha çok cenaze namazına katılıyor. Şöyle bakıyorum da son bir kaç ay içinde nice tanıdık kişiler dünyamızdan göçüp gitmiş. Yazımda kısaca bunların üzerinde durmak istiyorum. Hepsine Tanrıdan yarlıgama (rahmet) diliyorum. Mekânları uçmak olsun. Hepsinin ruhu şad olsun.

1. Nihat Çetinkaya

26 Haziran 2019’da göçtü. 1946’da Iğdırda doğmuştu. Bir süreden beri konuşma yetisini yitirmişti ve Ayvalıkta yaşıyordu.

Çetinkaya 1968-71 arasındaki öğrenci hareketlerinde aktif rol almış, “komando Nihat” olarak tanınmıştı. Elinde tabanca olan ünlü bir fotoğrafı vardı.

Çetinkayayla ilk kez 1988 yılında tanış olmuştum. Şişlide bir konfeksiyon dükkânı işletiyordu. O sıralar Sovyetlerde yumuşamanın başladığı ve Azerbaycan Türklerinin artık yavaş yavaş Türkiyeye gelmeye başladığı yıllardı. Kendisine Azerbaycandan gelen kişilere yardımcı olacak bir dernek kurulması gerektiğini, bunun çok önemli olduğunu söylemiştim. Hatta bu görüşümü Azerbaycanda olduğum Ekim - Kasım 1988’de Kommunist gazetesine verdiğim bir mülakatta da belirtmiştim (3 Kasım 1988, 4. s. Rehber Beşirlinin mülakatı). Sonradan o röportajın Türk istihbarat görevlilerince okunduğunu öğrenmiştim.

Çetinkaya bu fikrimi ve önerimi benimsemiş, 1989 yılında Azerbaycan TürkleriyleKültür ve Dayanışma Derneğini kurmuştu. Derneğin kurucuları arasında ben de vardım ve bir ara derneğin genel sekreterliğini yürüttüm. Derneğin 4 sayı çıkan Azerbaycan Türkleri dergisini yönettim. Derneğin ve derginin adında Türk kelimesinin olmasına özellikle dikkat etmiştik.

Dernek ilk yıllarında güzel çalışmalar yaptı. Dergiyle birlikte Hazar gastesini çıkarttı. 1990’da AKM’de Azerbaycan konulu bir açık oturum düzenledi. Aynı yıl yine AKM’de Azerbaycan dernekleri kurultayını gerçekleştirdi. Sonra nedense çalışmaları tavsadı ve Çetinkaya Azerbaycanda yüksek bir göreve getirildi.

Çetinkayanın Iğdır Tarihi ve Kızılbaş Türkler adında iki yapıtı vardır.

Şunu belirtmeden geçemeyeceğim. Çetinkayanın cenazesi Bahçelievlerdeki Mehdiye şii camisinden kaldırıldı. Öğle namazını kılarken yanımdaki sünni Türk “nasıl kılacağız?” diye sordu. Ben de “imam tarif eder yahut yanımızdakilere bakar kılarız” dedim. Sonra imam namazı tarif etti. Öğle namazını kıldık. İmam ikindinin kılınacağını söyleyince yanımdaki sünni Türk “ben gideyim” dedi. Yurttaşımız durumdan memnun değildi (Şiiler öğleyle ikindiyi, akşamla yatsı namazlarını birleştirirler. 2007’nin aralık ayının son günlerinde İrandayken Tebrizli Türkler bu konudan söz etmişler; ben de “asanlık”, yani “kolaylık” demiştim. Yanıtım oradaki şii Türklerin çok hoşuna gitmişti).

İslam acununun artık ayrılıkları gayrılıkları bir yana bırakması gerek. Yani zihniyetini değiştirmesi gerek. Karabağlı Mir Seyit Nigâri (1805-1886) şöyle der: “Ne sünniyiz, ne şii; biz halis müselmanız.” Nigâri, Karabağın Bergüşad ilçesinde doğmuş, Harputta ölmüş, Amasyada gömülmüştür.

Aşık Veysel de şöyle demişti: “Alevi Sünnilik nedir / Menfaattir varvarası.”

2. Huşeng Azeroğlu

20 Haziran 2019 günü göç etti. Aslen Astaralı olup Enzelide doğmuştu. Hûşeng Farsçada akıl; anlayış, kavrayış” anlamındadır.

Kendisiyle ilkin 1985’te Ankarada tanışmıştım. İlk sohbetimizde Türkiye Türklerine Osmanlı demesi çok tuhafıma gitmişti. Sonradan şii-caferi Türklerin biz sünni-hanefi Türklere Osmanlı dediklerini anladım. Erzurumdaki sünni-hanefi Türklerse şii-caferi Türklere Tat derler. Türkiye Türkleri de İran Türklerine Acem derler. Acem aslında Arapların İranlılara ve diğer uluslara verdikleri bir addı; “dil bilmez” anlamındadır. Ama daha ziyade Farsları ifade etmiş ve onların adı olarak yerleşmiştir.

Sonra zaman zaman görüştük. 16 Eylül 2006 günü saat 19’da TYB İstanbul şubesinde (Kızlarağası medresesinde) Şehriyar’ın hayatı, sanatı, eserleri hakkında bir konferans vermiştim. Toplantıyı Mehmet Nuri Yardım düzenlemiş ve yönetmişti. ToplantıdaHuşeng Azeroğlu, Azerbaycan mahnıları (türküleri) söylemişti. En son 4 Kasım 2018 pazar günü, 19.30’da (galiba 20.30’a kadar sürdü) Bengü Türk televizyonunda Şehriyar hakkındaki puroğramda beraberdik; puroğram 3 Şubat 2019 günü 20-21 arasında tekrar yayınlanmıştı.

Bazen Horhor caddesinden geçerken oturduğu emlak dükkânından çıkar, beni içeri davet eder, çay ısmarlardı.

Azeroğlu “Size selam getirmişem” türküsüyle meşhur olmuştu. Sözleri anlamlı, ezgisi yüreğe yatan bu türkü, ünlü besteci Ali Selimi (Bakü 1922 - Tebriz 1997)’nindi. Turgut Özalın bu türküyü seçim çalışmalarında kullanması ününü daha da pekiştirmiş, Azerbaycanın tanınmasını sağlamıştı.

3. Ahmet Efe

30 Ağustos 2019 tarihinde cuma günü saat 23.10’da Yeditepe hastanesinde Hakka yürüdü. Vasiyeti üzerine Osmaniyede gömüldü. 1963 yılında Osmaniyede doğmuştu.

Ahmet Efeyi 1987 yılında tanımıştım. Önce şimdi hatırlayamadığım bir fakültede okumuş, sonra orayı bırakıp edebiyat fakültesinin tarih bölümüne girmiş, tarih öğretmeni olmuştu. Atatürkçü ve cumhuriyetçiydi.

MHP ve bir çok okul dergisi (örneğin Kasımpaşa) çıkarmıştı. Azerbaycan Türkleriyle Kültür ve Dayanışma Derneğinin Hazar adlı gastesini o yönetmişti (Tahminen 10-15 sayı çıkmıştır).

Ahmet Efenin Efsaneden Gerçeğe Kuşçubaşı Eşref ve Çerkez Ethem adında iki önemli kitabı vardır. Bunlarda Cemal Kutayın saptırdığı tarihi tabiri caizse düzeltmiştir. Bir bilgi ağı sitesinde kitapları hakkında şöyle yazılır (Özgün imla ve ifade koruyarak aynen alıntılıyoruz):

“… çerkez ethem isimli eseri, sürekli geliştir[il]erek yeni baskılarıyla okuyucuya sunulan, hakkı teslim edilmesi elzem bir çalışmalar bütünüdür. yani bu abimiz çerkez ethem hususunda pek çok belge ve monografiyi görmüş, birincil ve ikincil kaynaklara ulaşmış, ilgili bilgi hususunda donanımlı bir zat-ı muhteremdir. çerkez ethem adlı eseri özellikle cemal kutay eleştirisi üzerinden yürüyerek konuyu oturtur ve söylemeliyiz ki müellif kitabını böyle bir temele oturtmak noktasında fazlasıyla haklıdır. çünkü cemal kutay gibi çok okunan popüler kitaplar yazmış bir insanın, bilgi ve belgelerde yaptığı akıl almaz tahrifatı, tarihi yeniden kurgularken uyguladığı menkıbevi teknikleri ve gerçeği olduğundan çok daha farklı lanse etmek için binbir dereden getirdiği suları bilmek için belki de bu kitabın önsözünü ve kendisini okumaya başlamanız gerekebilir.

tüm bunların yanı sıra cemal kutay nasıl ki ethem konusunda bir “aklama” uğraşında olmuşsa, ahmet efe de aynı kişi için “haklama” operasyonuna girişmiştir. kitabın akademik değeri ve müellifin sistemli çalışmasına olan hakkı nasıl teslim edilmeliyse, müşarinüleyh abimizin “çerkez” önyargısı ve olayları belli bir kurgu ve sistematik içerisinde “tek yönlü” olarak bağlantılandırdığı / ilişkilendirdiği de gözden kaçırılmamalıdır.”

Kısaca Ahmet Efe, Cemal Kutayın ipliğini pazara çıkarmıştı. Ahmet Efe, Türkiye Cumhuriyetini Yahudilerin kurduğunu iddia eden Yalçın Küçüke de gereken cevabı vermiş, “Türkiye Cumhuriyeti eğer Yahudi devletiyse varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları, Tırakya olayları ne demek oluyor?” diye sormuştu.Yani Ahmet Efe bir çok tabuyu yıkmıştı, kırmıştı.

Cemal Kutay, Eşref Senceri Teşkilat-ı Mahsusanın başkanı olarak gösterir (Meydan Larusta böyledir). Bu doğru değildir. Gerçek adı Umur-ı Şarkıyye Teşkilatı olan Teşkilat-ı Mahsusanın ilk başkanı Süleyman Askeridir.

Kutay, Eşref Sencer ve kardeşi Selim Saminin 150’likler listesine alındığını, onun ve kardeşi Selim Saminin Fevzi Çakmakın müdahalesiyle listeden çıkarıldığını yazar. Bu da doğru değildir. Her ikisi 150’likler listesinde kalmış, Selim Sami Yunanistandan Türkiyeye kaçak girmiş, 1926’da Aydın dağlarında jandarmaca öldürülmüştür. Eşref Sencer 14 yıl Giritte kalmış, Atatürkün 1938 haziranında çıkarttığı aftan sonra Türkiyeye dönmüş, Amerikalı yazar Stoddard’a anılarını yazdırmıştır. Burada tabi ki kendisini aklamak için elinden geleni yapmıştır.

Özetle Cemal Kutay bilerek isteyerek tarihi saptırmıştır. Kutay bu saptırmalarıyla beni de yanıltmıştı. Neyse ki sonradan gerçeği araştırdım ve yanlışımı düzelttim. Buradan çıkaracağımız ders şudur: Her devirde çeşitli nedenlerle saptırmalarla karşı karşıya kalabiliriz. Dolayısıyla her yazılana, her söylenene inanmamak gerekir. Araştırdıktan sonra inanmak gerekir. Cemal Kutay bunun örneklerinden sadece biridir. Günümüzde örneğin “Abdülhamidin hiç toprak kaybetmediği” saptırmasıyla sık sık karşılaşırız.

Yalnız Eşref Sencerin hakkını yine de teslim etmeliyiz. Eğer Türkiyeye, Türklüğe bağlı olmasaydı, 14 yıl yurt dışında yaşadıktan sonra Türkiyeye dönmezdi. Bu dönüş aslında onun Türk ulusundan ve tarihten özür dilemesidir. Kuşçubaşı kardeşlerin Kurtuluş savaşımıza olumsuz yaklaşmasını Türk Kurtuluş savaşının başarılı olamayacağı düşüncesine bağlamak yanlış olmaz (Tıpkı eğitimci Satı Beyin aynı düşünceyle Osmanlıyı bırakıp Arap diyarına gitmesi gibi). Bilindiği üzere Türk Kurtuluş savaşına Atatürk ve yakın çevresinden başka inanan pek az insan vardı.

4. Abbas Abdullah

4 Eylül 2019 günü saat 23’e doğru uçtu; Maştağa mezarlığına, eşinin yanına gömüldü. 12 Mayıs 1940’da Gürcistanın Borçalı bölgesinde doğmuştu. Yazar, şair, siyasetçiydi. Halk Cephesinin liderlerindendi.

Abbas bey tanıdığım ikinci Azerbaycanlıydı. Kendisini 1988 yılında İstanbuldaki Türkoloji kongresi esnasında tanımıştım. Kendisiyle hoş bir dostluğumuz olmuştu. Bana “ödeneğim olsa seni konsolosluğa alacaktım” demişti (Tanıdığım ilk Azerbaycan Türkü 1987’de Ankara Esenboğa hava alanında karşıladığım Refik Zekâ Handandı).

1992-1997 arasında İstanbul başkonsolosluğu yaptı. 28 Mayıs 1992 günü açılışa beni de davet etmişti. Açılışı 1918-20 arasında bağımsız Azerbaycan cumhuriyetinin büyükelçiliği olarak bilinen Sultanahmetteki Turşucuzade konağında yapmıştı. O zaman orası Turizm polisi müdürlüğüydü (Bir ara binaya terörist bir saldırıda bulunulmuştu).

Abbas Abdullah beş yıllık başkonsolsosluk süresinde Türk televizyon ve gazetelerinde Azerbaycan ve Kafkasya konusunda Türk kamu oyunu doğru bilgilendirmede önemli rol oynadı.

Biraz da Gürcistanlı olması dolayısıyla Türkiyeyi ziyadesiyle severdi. Kızı bir Türkle evlidir. Hayatı boyunca babasını aramıştı. Sonunda babasına ve sevdiklerine kavuştu.