Şubat ayında İHH ile Suriye’ye kış yardımı için gidip oraları, oradaki insanları çocukları evleri sokakları kampları yerinde görme fırsatımız oldu. 

Bir ülke düşünün 2 yıldan fazla zamandır elektrik yok.

Şebeke suyu yok.

Petrol, doğalgaz, internet, telefon zaten yok.

Can güvenliği, adalet, hukuk yok.

Okul yok ama toprak üzerine büyükçe bir çadırda perdelerle dörde bölünmüş her türlü soğuğa yağmura çamura aşina sınıflar ve bu sınıflarda parçalanmış tahtalara nazır iki kişilik sıralarda dörder kişi oturan birbirinden tatlı çocuklar var.  Ama sınıflardaki çocuklardan çok çok daha fazlası ile dışarıda dar ya da bol gelen eski yamalı kıyafetler ve yırtık ayakkabılar ile gezerken karşılaşıyoruz.

Yıkılmış bombalanmış harabeye dönmüş mahallelerden geçerken gördüğümüz kolu ya da bacağı kopmuş çocukların hüznü içimizi daraltıyor. Bir sükût füzesi bir mahalleyi yerle bir etmeye yetiyor siz uykudayken ya da çocuklarınız sokakta top oynarken…

Keskin nişancılardan sebep çarşıda herhangi bir noktadan bir hafta evlerine gidemeyenler olmuş. Ve tabi ki bir fırsat kaçmak isterken şehadete erenler Türkiye’de bile haberlere konu olmuşlardı…

IŞİD’in zaman zaman çok yaklaştığı ve taciz ettiği Azez’deki yetim kampına vardığımızda yüzlerce annesiz babasız çocukla yüzleşmek... Yüzlerce yetimle aynı havayı solumak ve hiçbir şey diyememek… Nefes almakta zorlanıp ne yapacağını bilememek… Dillerini bilmediğimiz, dilimizi bilmeyen bu yüzlerce çocuk bizlere koşup boynumuza atlayıp sarılmasalardı herhalde hiç birimiz uzun süre konuşamayacaktık…

Ömrümde ilk kez çocukların birini kucaklamak sarılmak öpmek için sıraya girdiklerine şahit oldum. Biz daha çok çocukların yanaklarını okşayıp öpmeye alışkın olduğumuzdan belki yanaklarımızı okşayıp öpen çocukları hatırladıkça tüm dönüş yolculuğu boyunca olduğu gibi hala gözlerimiz yaşarmaya devam ediyor.  

Her şeyden yoksun bu çocukların dağlar kadar zengin yüreklerine de şahit olduğumuzu söylemezsem eksik kalır. Çikolata ve oyuncak dağıttığımız çocuklardan bazılarının alamayan kardeşi ya da kendilerinden daha küçük çocukların ellerinden tutarak bize getirmelerini anımsadıkça unutursak kalbimiz kurusun demekten başka bir şey geçmiyor içimizden…

Ailesinden birçok kişiyi kaybetmiş, sakat kalmış hem de savaşırken değil uyurken, yemek yerken yolda yürürken alçakça bir şekilde kaybetmiş sadece ölüm değil işkence tecavüz kaçırılma gibi tehlikelerle baş başa kalmış sadece kendisinin değil karısının kızının çocuğunun can mal ırz namus güvenliği olmayan binlerce insan…

Karşıda savaşacak bir devlet yok bu yönüyle bizdeki kurtuluş savaşı ile kıyaslamak da son derece yanlış. Karısını çocuğunu mülteci olarak göndersin kendileri savaşsın mantığı da çok yanlış. Yaşamadığımız acılar üzerinden konuşmak kolay.  Sizin yanınızda güvende olmayan korumasız savunmasız kadın çocuk nereye nasıl sığınacak nasıl yaşayacak.

Cami şadırvanında çocuğunu yıkamak, otogarda merdiven dibinde yatmak, sokaklarda karton üzerinde uyumak, yağmur altında parklarda banklarda günlerce aç susuz yaşamak zorunda kalmak hiç de hayal edilecek gibi bir yaşam tarzı değildir diye düşünüyorum.

Cansız bedenleri sahile vuran Suriyeli çocukların fotoğraflarını sosyal medyada en afili cümlelerle ya da son derece edebi dizelerle paylaşıyoruz ama sokakta Suriyeli görünce ki, o da Suriye’li mi? Irak’lı ya da İran’lı mı belli değil. Burun kıvırıp surat asıyor, onları hor görüyoruz.  TV de kitapta ensar muhacir anlatılırken ağlıyoruz ama sokakta yüzüne bakmıyoruz.   Kültürümüze, geleneklerimize,  milli manevi değerlerimize en önemlisi kendimize yakışmayacak şekilde Suriyeliler ile ilgili espriler yapıyor, Suriyeli mağdur mazlum kadınlar üzerine fıkralar anlatıyoruz.

İHH Genel Başkanı Bülent Ağabey Suriye’de kaçırılan kadınların elektrik verilmedik yerleri kalmıyor demişti. Kendilerine çalışan uyuşturucu kullanan gençlerle bu mazlum kadınların sabaha kadar aynı odaya kapatıldıklarından bahsetmişti. Biraz samimi olalım ve Suriyeli ya da mazlum bir başka coğrafyadan hiç fark etmez bir muhtaca el uzatalım. Suriyeliler derken lütfen iki kere düşünelim. Ötekileştirmeden ötelemeden aşağılamadan anlamaya çalışalım. 2 milyon kişiden sıfır problem beklemiyoruz mutlaka menfi durumlar da olacaktır ama bunu genellememeliyiz.

Unutmayalım ki; “Bin kere mazlum olmak bir kere zalim olmaktan iyidir.” Hz. Ali (r.a.)