Pek âdetim değildir ama bugün size “sosyal medyada” okuduğum bir yazıyı paylaşmak istiyorum.

Doğrusu İran Azeri Türkü olan ve 1995 yılından bu yana Türkiye’de yaşayan Dr. Anooshirvan Miandji’nin kaleme aldığı bu yazıyı okuduğumda çok beğendim.

Biz Türklerle ilgili nefis bir tespit yapmış.

Mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.

Zaten çok da uzun bir yazı değil.

Sıkılmadan, keyifle okuyacağınızı tahmin ediyorum.

İşte o yazı…;

***

“Her ülkenin tarihine bakın, yıkılmış devletlerle doludur, peki neden her ülkenin tarihinde devletler yıkılır?

Neden milletler perişan olur?

Neden bazı milletler kendi kendini dolandırır?

Neden?

Eğer ilkokul, ortaokul, lise, üniversitedeki alınan eğitim diyorsanız, yazının devamını okumayın (good night)

Yok değildir diyorsanız devamını okuyun (good morning)

Şimdi siz bu soruyu sorun;

‘Neden iki İngiliz mühendis bir araya gelince evin garajını zemin kata yaparken bizim iki mühendis bir araya gelince, o giriş katı ya daire ya da dükkan yapıp, yan taraftan bodruma inecek tarzanca bir otopark yapıyor?’

Ve ‘neden Alman eczacı reçetesiz ilaç satmazken, bizim eczacı elinden geldikçe çok satıyor?’

Ve ‘neden İsveçli doktor her hastaya ilaç yazmazken, bizim doktor ilaç yazmadığında hastanın hakaretine uğruyor?’

Ve ‘neden Danimarka’da millet polisle fotoğraf çektirirken bizimki polisten kaçıyor?’

Neden Finlandiya’da herkes yasalara saygılı iken biz ne kadar ihlal varsa onda yarışıyoruz?

Neden her şeyi ters yapıyoruz, neden bu kadar ukalayız?

Neden kimseyi beğenmiyoruz ve neden her şeyde bilgelik taslıyoruz?

Bu cahil cesaretinin kökeni ne?

Hep mi böyleydik, yoksa sonradan mı bozulduk?

Bu kadar çıkar odaklı olmamızın sebebi ne?

Niye bu kadar benciliz?

Kim öğretti bu kadar egoyu?

Niye rüşvet bitmiyor?

Niye ihale yasası yüzlerce kez değiştiriliyor?

Niye her kurumda yolsuzluk çıkıyor?

Bu kadar çalmak çırpmak niye bizi doyurmadı?

Bu nasıl bir mide ki bir türlü doymuyor?

Niye bu kadar inkâr ediyoruz?

Niye kimse çıkıp ben namussuzum demiyor?

Bir vatandaş yetiştirmişsin, her gün her saat yaptığı her şey için yasa, hukuk ve uyarı gerekiyor!

Bu nasıl bir maliyet?

5 yaşında diş fırçalamasını öğretmemişsin, 50 sene boyunca diş hekimi, diş sorunları ve protezler için binlerce lira harcıyorsun? Her şey için böyle başta 1 kalori harcamıyorsun ama sonradan bir milyon kalori bedel ödüyorsun, her şeyin böyle.

Bu neyin kafası?

Sen niye iyi niyetli değilsin?

Sen niye sorunların ömür boyu sürmesini, insanların acı çekmesini seviyorsun?

Sen niye kendi kendini kesiyorsun?

***

‘BİR GRAM TEDBİR BİR KİLO TEDAVİDEN İYİDİR.’ (İngiliz atasözü)

Ben de bu soruyu kendime yüzlerce kez sordum.

Biz eğitimi bilmiyoruz, eğitilmemiş milletiz.

Biz sanıyoruz ki, okula gidersek, papağan gibi bir şeyleri ezberlersek, müsamere kültürüne uyarsak, diploma alırsak, sorun olmaz.

Ne eğitim, ne kitaplar, ne müfredat, ne de eğitim felsefesi hakkında fikrimiz yok. Böyle bir insan kaynağı yok, tarih boyunca felsefeye hakaret etmiş bir gelenekten ne bekliyorsunuz?

Dünyayı kurtarmak mı?

Oturup, ‘arkadaş ben bu sorunu kökünden çözeceğim, dünyada bunlar bunlar çözdü diyecek’ adam yok, çünkü odaklanmak yok.

Bencillikten, kendi çıkarları için koşmaktan nefesimiz koktu, yine ders almadık.

Çünkü o ders alacak bölüm bizim beyinde yok!

Nedir o biliyor musunuz?

‘Düşünme merkezi.’ Bizim beyinde düşünme merkezi yok, ezberleme merkezi var, taklit etme merkezi var, uygulama merkezi var, kısa yoldan yapma merkezi var ama düşünme merkezi yok, düşünce üretme yok, bizim düşünceye ihtiyacımız yok.

Bizde herkes filozof, herkes çokbilmiş!

Toplum kendi kendini dolandırmaktan keyif alır şekilde sürekli kendini oyalıyor, kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan bir kedi gibi, olan biten hakkında fikri yok. Kafasının çalıştığını iddia edenler bile, kişiler ve olayları tartışmaktan kafasını kaldıramıyor.

Düşünceleri ve düşüncelerin ortaya çıkma mekanizmasını tartışacak adam yetiştirecek düzeyde değiliz.

Kuramcı yok!

Kuramcı yetiştiremiyoruz.

Atalarının kemiklerini öve öve, geleceği göremez haldeyiz.

Başkalarını da suçluyoruz, birbirimizi de suçluyoruz. Tavuk kümesi gibi gürültü içinde yaşıyoruz ama kuramcımız yok, bize paradigma üretecek kimse yok.

Kafam basıyor diyen siyasiler de ya ırk üzerine sistem kuruyor, ya inanç üzerine. İnsan üzerine sistem kuramıyorlar, işlerine gelmiyor.

Her şeyi çıkarlar çatışmasına dönmüş, pazarı yaktık ve herkes yangından mal kaçırıyor.

İşte yığın haline gelmiş toplumlar böyle yıkılır.

Toplum dediğin herkes kendini ve başkalarını düşünür.

Aristo’nun 2500 sene önceki bir lafı ile bitirmek istiyorum;

‘Toplumun toplum olması için, toplumda bir tabakanın düşünmek için zaman ayırması zorunludur.’

Sonra niye bizden Aristo çıkmıyor demeyin.

Çok çıktı, hiç birini yaşatacak olgunlukta değildik.

Hasta hastalığını reddederse tedavi olmaz…!”