Cumhurbaşkanı Erdoğan 23 Temmuz 2017 günü Suudi Arabistana giderken hava limanında “Türkiyenin demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu” söyledi. “Laik” olduğunu söylemedi. Halbuki şimdiye değin devlet yetkilileri tarafından sürekli tekrarlanan bu cümlenin bütünü “Türkiye laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir” şeklindeydi. Sayın Erdoğanın laik kelimesini unuttuğu düşünülemez. Bilerek söylememiştir. Buradan Türkiye Cumhuriyetinin yakında laik bir devlet olmayacağı sonucunu çıkartmak, rahatlıkla mümkündür. Laiklik olmadıktan sonra demokratik, sosyal hukuk devletinin de lafta kalacağı açıktır.

Laik sözü Fıransızcadır. “Kilisenin devlet yönetimine karışmamasını savunan kişi veya görüş” anlamındadır. Aslı Eski Yunancadır. Türkçede layik diye de yazılır. Makalemizin devamında böyle yazılacaktır.

Şimdi esas konumuza gelelim: Layiklik nedir, olmazsa olur mu?
Layiklik geniş bir kavramdır. İlk olarak din ile devlet işlerinin ayrılmasıdır. Ancak sadece bu değildir. İkinci olarak devletin dinler, mezhepler, inançlar karşısında tarafsız kalmasıdır. Üçüncü olarak devletin, toplum ve bireylerin (bu ilke toplum ve bireyleri de ilgilendirir) hiç kimsenin dinine, mezhebine, inancına karışmamasıdır. Yani layiklik tam bir din, mezhep, inanç özgürlüğüdür. Layiklik asla ve kesinlikle dinsizlik değildir; devletin, toplumun ve bireylerin hiç kimsenin dinine, mezhebine, inancına karışmaması ve bunlara saygılı olmasıdır. Konuyu biraz daha açalım: 

1. Devlet ve din işleri birbirinden ayrı olmalıdır. Çünkü dinlerin kesin kuralları, nasları vardır. Bunları çağa uydurmaya kalktığımızda yahut çağı dinlere uydurmaya kalktığımızda tam başarılı olamayız, kısmen başarılı oluruz. Kısmen başarılı olmak ileri ülkeler seviyesine ulaşmamıza yetmez. Bocalarız, geri kalırız. Başka söyleyişle iki arada bir derede kalırız. Bu nedenle dinle devlet ve toplum işleri birbirinden ayrı olmalı; din, mezhep ve inançlar insanların vicdanlarında kalmalıdır. Eğer böyle olmazsa sorun çıkar ve ülke geri kalır. Toplumun hayatındaki her unsur yerini bilmeli, yerinde kalmalı ve bunun dışına taşma çabası içinde olmamalıdır.
Her hangi bir dini (hangi din olursa olsun) devletin sosyal, siyasal, iktisadi ve hukuksal temeli yaparsak, ileri gidemeyiz. İleri gidebileceğimize inansak, biz de dinsel bir rejimin taraftarı oluruz. Dinsel rejimlerle ileri gidilemeyeceğini en başta 56 ülkelik İslam coğrafyası laboratuvarı kanıtlamıyor mu? Bunların içinde en ileri olanı Türkiye ise bunun bir sebebi yok mu? Atatürk devrimlerinin ve en başta layikliğin bunda bir rolü yok mu?

2. Devletin dinler, mezhepler karşısında tarafsız kalması da çok doğru ve isabetli bir ilkedir. Devlet her hangi bir din, mezhep, inancı tutarsa öteki din, mezhep, inanç sahipleri “bu devlet benim devletim değil” demezler mi? Devlete karşı küskün, dargın, gücenik, soğuk durmazlar mı? Demek ki devlet herkese eşit mesafede olmalıdır. Vicdanlarda “haksızlığa uğradım, uğruyorum” düşüncesi yer etmemelidir.

3. Aynı şekilde devlet her hangi bir yurttaşını her hangi bir dine, mezhebe, inanca zorlarsa bu ne kadar doğru ve insani olur? Zorlama ister polisiye önlemlerle, ister yasal ve zecri önlemlerle olsun, onaylanamaz. Bu ilke sadece devleti değil, toplumu ve bireyleri de ilgilendirir. Toplum ve bireyler de öteki dinlere, mezheplere, inançlara saygılı olmalıdır. Olmazsa o devletten, toplumdan, bireylerden de ilerleme beklenemez. Krş. Pakistan, Bengaldeş, Endonezya ve Iraktaki bazı olgu ve olaylarla.
Layikliği yabancı kelimelere boğmadan, anlaşılır biçimde açıkladık. Şimdi bir soru soralım: Layiklik gerekli midir? Bunu dünya laboratuvarında layik olan ve olmayan ülke (devlet) ve toplumlara bakarak anlayabiliriz. Dünyada pek çok layik ülke vardır. Bunların bazıları ileri, bazıları değildir. Layik olmayan, din temelli ülkelere baktığımızda bunların hepsinin geri olduğunu görüyoruz. Bu saptamadan şöyle bir çıkarım yapabiliriz: Layik ülkelerin bazıları ileridir, ama her layik ülke ileri değildir. Layik olmayan, din temelli bütün ülkelerse geridir. Başka deyişle ileri gitmek için mutlaka layik olmak lazımdır; fakat bu, her layik ülke ileri gidecek anlamına gelmez, ileri gitmek için başka faktörler de gereklidir; ancak layik olmayan, din temelli bütün ülkeler mutlaka geri kalacak demektir.
 “Layiklik gerekli midir?” sorumuzun yanıtına gelirsek, “Evet, layiklik gereklidir, hem de çok gereklidir, mutlaka gereklidir.” Anlattığımız nedenlerle layiklik her üç bakımdan da olmazsa olmazdır. Latince deyimle söylersek sine quo non’dur.
Şu anda dünyada en güçlü uygarlık olan batı uygarlığı, gelişmişliğini rönesans ve hümanizim denilen iki ana fikir ve dünya görüşüne borçludur. Fakat derin düşündüğümüzde bu iki hareketin ana hattının layiklik olduğunu anlarız. Başka deyişle batı ilerleyişini layiklikle, dini ait olduğu yerine oturtarak (dini tamamen toplumun dışına atarak, iterek değil) başarmıştır. Yani din ile devlet (toplum) işlerini ayırmış, Sezarın hakkını Sezara, İsanın hakkını İsaya vermiştir.
Son günlerde eğitimde ve yasalarda dinselleşme gözle görülecek derecede yoğunlaşmıştır. 4 yaşındaki çocukları Kuran kursuna, 5 yaşındaki çocukları ana okuluna, 6 yaşındaki çocukları ilk okula alarak, taze beyinleri işleyerek, ileri ülkeler seviyesine çıkamayız. Yahut imam-hatip okullarını arttırarak, okullarda mesçit açarak, okullarda cihat kavramını okutarak ilerleyemeyiz (Düşünün: Öğretmen fizik, kimya, biyoloji dersine girecek; Ayşeyi, Fatmayı; Hasanı, Hüseyini soracak. “Hocam onlar mesçitte namaz kılıyorlar” cevabını alacak. Bir şey dese kim bilir nelerle suçlanacak? Demese?!! Ayrıca hangi cihat okutulacak? Büyük cihat mı, küçük cihat mı?).
Din dersi tabi ki verilmelidir, ama gereğince ve uyarınca. Aşırıya kaçıldı mı iş başka noktalara varır.
Müftülere nikâh kıyma yetkisi de gereksizdir. Batıda papazlar kilisede nikâh kıyıyor ama hiç  bir papaz “hıristiyan şeriatı gelsin” demiyor. Bizdeyse ne kadar verirsen ver, daha çoğu isteniyor. Daha çoğunun istenmeyeceğini bilsek, müftünün nikâh kıyma yetkisine biz de karşı çıkmayız. Bir de müftüler nikâh kıymaktan vakit bulup esas işlerini ne zaman, nasıl yapacaklar?
Bir ülkenin ilerlemesi için iki şey gereklidir: Birincisi layiklik, ikincisi çok partili demokratik sistem. Gerçi bir ülke çok partili demokratik sistem olmadan, diktatörlükle de ilerleyebilir. Ama layik diktatörlükle. Bu tip ülkelere 1871-1918 arasındaki Almanyayı, 1871-1945 arasındaki İtalyayı, 1917’de sona eren Rus çarlığını, 1868-1945 arasındaki Japon imparatorluğunu örnek gösterebiliriz. Bunların hepsi demokratik deneyimler yaşamışlarsa da hiç biri İngiliz, Fıransız, Amerikan demokrasileri gibi gerçek demokrasi olamamışlardır. Bununla birlikte ilerlemelerini sürdürebilmişlerdir. Bu arada Birinci ve İkinci Dünya savaşlarını demokrasilerin kazandığını anımsatmak isteriz. Oysa “savaş esnasında tek kişinin yönetimi, tek elden yönetim daha uygundur” diye düşünülebilir. Ama öyle olmamıştır.
Evet bir ülke çok partili demokratik sistem olmadan da ilerleyebilir. Fakat layiklik olmadan asla ve kesinkes ilerleyemez. Bunun ispatı tarih ve coğrafya laboratuvarlarıdır. Temel soru ve sorun şudur: Amaç dinsel bir rejim kurmak mı yoksa çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak mı olmalıdır? Yanıt ikincisidir. Aksi takdirde geri kalırsınız, zayıf, güçsüz olursunuz.
Sözü uzatmak istemiyoruz. Türkiyeyi yöneten başkanlara nazikane ve naçizane şöyle bir soru yöneltmek istiyoruz: Eğer Atatürk devrimleri ve layiklik olmasaydı, sizler şu anki mevkilerinizde, makamlarınızda oturabilir miydiniz? Yoksa hala köylerinizde buğday tarlasında, koyun peşinde, mısır çapasında mı olurdunuz? Bu soruyu kendimize sorduğumuzda “Ben hala çocukluğumda olduğu gibi yaylalarda sığır güderdim, ormanlarda sığırların yemesi için kayın ve gürgen dallarını kırardım, tarlada mısır çapası yapardım” yanıtını veriyoruz (26 Temmuz 2017).