17-20 Mayıs arasında TÜRKSAV’ın düzenlediği bir geziyle Kazakistanın Almatı şehrine uçtuk. Hava yolculuğumuz giderken 4.5, dönerken 6 saat sürdü. İstanbul-Almatı arası 3.900 kilometredir. Astana hava yollarının bütün uçakları zamanında kalktı. Bu çok önemli bir başarı.
Almatıdan hava yoluyla Çimkente, oradan otobüsle Türkistan şehrine geçtik. Türkistan, bilindiği üzere Hoca Ahmet Yesevinin türbesinin olduğu kenttir. Nüfusu 230 bindir. Türk-Kazak ortak purojesi olan Ahmet Yesevi Üniversitesi buradadır. Türbenin etrafında bir çok tarihsel kalıntı var. Türbe ve kalıntıların çevresindeyse gül bahçeleri, elma, dut, kiraz ağaçları bulunuyor. Bu arada Arslan Bab türbesini, Otrar harabelerini, Sırderya ırmağını da gördük.

19 Mayıs 2016 günü Türkistanda, Ahmet Yesevi Üniversitesinde TÜRKSAV’ın Türk dünyasına hizmet ödülleri sahiplerine verildi. Törenden sonra “Bağımsızlıktan çeyrek yüzyıl sonra Türkiye ve Türk dünyası ilişkileri” tartışıldı (Konuşma metnimiz aşağıdadır).

Dönüşte otobüsle Türkistandan Çimkente geldik. Çimkent Kazakistanın en büyük şehirlerinden biridir. Çimkent-Almatı hava yolculuğunda sağ (güney) tarafımızda başı karlı, görkemli Tanrı dağları bize eşlik etti.

Almatı ise Kazakistanın eski başkenti ve aynı zamanda en büyük şehridir. Almatı Kazak Türkçesinde “elmalı” demektir. Adını etrafında çok bulunan elma ağaçlarından almıştır. Bazı bitki bilimcilere göre bu bölge elmanın ana yurdudur. Eski adı Alma Atadır. Bu ad da Türkçe olmakla birlikte Ruslar tarafından kullanılır. Ancak uzun olmasına karşın Ata kelimesinden dolayı Türkiye Türkleri şehre çoğun Alma Ata diyorlar. Çünkü almatının “elmalı” olduğunu bilmiyorlar. Bilseler de Ata sözü onları kendine çağırıyor.

Astana hava yollarının Tengri adlı dergisinde şöyle bir öykü okuduk: Stalin Tahran konferansında Çörçil ve Ruzveltle görüşürken önlerine tabaklarda elma gelir. Çörçil hayret ve hayranlıkla bu muhteşem elmaların nerede yetiştiğini sorar. Stalin elmaların Sovyetlerde yetiştiğini, elmanın devletin simgesi olduğunu ve içinde beş yıldız bulunduğunu söyler ve bir elmayı enlemesine keserek muhataplarına içindeki beş yıldızı gösterir.[1]

Almatı güzel ve pilanlı bir kent. Tanrı dağlarının bir kolu olan Aladağların eteğinde kurulmuş. Geniş caddeler, sokaklar ve hepsinden önemlisi onlarca park. Öyle ki Türkiyede ormanlarda işittiğimiz karatavuk seslerini parklarda işitmek mümkün. Parklarda meşe, ladin, köknar, ak kayın ve kara ağaçlar dikili. Almatı kişi başına düşen yeşil alan bakımından dünyanın başta gelen kentlerden biri. Kısaca Almatı, yaşanacak bir kent.

Aladağların belinde kurulan Medev buz pateni salonunun olduğu yere gittik. Akan ırmağa Al-ırmak adını verdik. Burası bizim Karadenizdeki yaylalara çok benziyor. Serin ve yeşil. Yüzey şekilleri, ladin, köknar, ak kayın ağaçlarından oluşan ormanıyla bana çok tanıdık geldi. Tek fark ak kayın (huş; Betula alba) yerine bizim ormanlarda kara kayın (Fagus) ağacının bulunmasıydı. Hele bir de köyümüzdeki angisa kuşunu görüp ötüşünü duyunca kendimi adeta köyümde hissettim.

Aladağlardaki ladin ağaçlarının bazıları kurumuş. Sebebi bir böceğin ağacı delip içine nüfuz etmesi. Sovyetlerin yıkılışından sonra bu böcek bizim yaylalardaki ladin ağaçlarına da musallat oldu. Maalesef dağlarımızdaki, yaylalarımızdaki kalem gibi, dosdoğru, dimdik ladin ağaçları kuruyor.

Kazakistan uçsuz bucaksız, yeşil bir bozkır. Yüz ölçümü 2.717.300 kilometre kare olup Türkiyemizin 3.5. katı büyüklüğündedir. Yüz ölçümü bakımından en büyük Türk (Türki değil) cumhuriyetidir. Kazaklar ülkede artık çoğunluğu oluşturuyor.
Kazak Türkleri otele konak üyi (konuk evi), televizyona bazen tele-didar (uzak yüz, Farsça dîdâr), uçağa uşak (Türkçeden almışlar), domatese kızanak, elektirik süpürgesine şañsorgış (toz emici), buzdolabına tonazıtgış (soğutucu) diyorlar.

Bağımsızlıktan çeyrek yüzyıl sonra Türkiyeyle Türk dünyası ilişkileri (Açık oturumdaki konuşma metnim)
Sovyetler Birliğinin 1991 yılının 9 Aralığında dağılmasıyla 5 Türk cumhuriyeti bağımsızlığına kavuştu. O günden bugüne tam çeyrek yüzyıl, başka deyişle 25 yıl geçti. Gerçekte 25 yıl az bir zaman değil. Doğan çocuklar genç kız ve delikanlı oldular. Üniversite bitirdiler ve toplum hayatında görev almaya, etkili ve yetkili olmaya başladılar.

Geçen 25 yılda Türk devletleri ve toplumları arasındaki ilişkiler nasıl gelişti? Ne kadar gelişti? Ulaşılan gelişmeler yeterli mi?
Bu soruları yanıtlamak için yapılan işlere bir göz atmak lazım: Bize göre Türkiyeyle Türk dünyası arasındaki ilişkiler 4 temelde ele alınmalıdır:
1. Devletler arası ilişkiler.
2. Kurumlar arası ilişkiler.
3. Toplumlar arası (sosyal) ilişkiler.
4. Bireysel çalışmalar.
 
1. Devletler arası ilişkiler
Önce şunu belirtmeliyiz. Türkiyemiz bu duruma hazırlıksız yakalandı. Hiç bir şekilde böyle bir duruma hazırlıklı değildi. Öyle olmadığı için donanımlı da değildi. Bununla birlikte yine de elinden geleni yapmaya çalıştı. Bu meyanda bağımsızlıklarını ilan eden Türk cumhuriyetlerini ilk tanıyan ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu belirtmek yerindedir. Bunun hemen ardından Türk Devletleri ve Türk Toplulukları Barış, Dostluk ve İşbirliği teşkilatı oluşturuldu ve bir çok kurultay yaptı. 10 yıl sonra bu teşkilatın yerini Türkçe Konuşan Ülkeler teşkilatı aldı. Fakat bu teşkilatın faaliyetleri önceki kadar yoğun ve etkili olamadı.

Bağımsızlıktan hemen sonra Türkiye Cumhuriyetinin her Türk cumhuriyeti ve topluluğundan binlerce kişiye burs verip Türkiyede okutması, yapılan en yararlı ve somut çalışmalardan biridir.

Türkiye Cumhuriyeti ile Kazakistan Cumhuriyetinin ortak iş birliğiyle Kazakistanda açılan Ahmet Yesevi üniversitesi, Kırgızistanda açılan Manas üniversitesi takdire şayan iki önemli faaliyettir.

Milli eğitim bakanlığının Türk cumhuriyetlerinde açtığı lise ve meslek liseleri de anılması gereken önemli faaliyetlerden biridir. Bu meyanda askersel kurumlar ve emniyet birimleri arasındaki ilişkileri de belirtmekte yarar vardır.
2000’li yıllardan sonra Türkiye ve Türk devletleri arasındaki ilişkilerin tavsadığı söylenebilir. Bunun sebeplerinden biri lokomotif olabilecek Türkiye Cumhuriyetinin daha farklı önceliklerinin olmasıdır. 

2. Kurumlar arası ilişkiler
Bir ülkede resmi kurumların dışında yarı resmi ve gayri resmi binlerce kurumun olduğu malumdur.

1. Yarı resmi kurumların başında bakanlıklar tarafından kurulan bazı örgütler, üniversiteler, enstitüler vb. gelir. Yurt dışı Türk ülkelerine yönelik TİKA, TÜRKSOY, Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı bu tür kurumlardan bir kaçıdır.
TRT’nin TRT Avaz, TRT Türk televizyon kanallarını ve Türkiyenin Sesi radyosunun bazı Türk lehçelerindeki yayınlarını bu bağlamda hatırlatmak gerekir.

Türkiyede kültür bakanlığının 1991’de Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğünü yaptırması önemli bir kültürel iştir. Bizim 1991’de ancak yapabildiğimizi batı çok önceden yapmıştı (Webster’s Third New International Dictionary on the English Language Unabridged and Seven Language Dictionary). Maalesef böyle büyük çalışmalar daha sonra devam etmedi, edemedi. Mesela üniversitelerimiz, dille, tarihle ilgili kurumlarımız hala dahi bir çok Türk dilinin, lehçesinin sözlüklerini, tarihlerini bile yayımlayamadılar. Özbekçe, Başkurtça, Salarca, Sarı Uygurca, Karagasça, Nogayca, Karakalpakça, Barabaca, Halaçça vb. Türk dillerinin sözlükleri hala ülkemizde yoktur. Pekarskiy’in Yakutça sözlüğünün birinci cildi 1945’te yayımlanmıştı, ikinci cildi o zamandan bu güne değin bir türlü basılamadı. Halbuki bir yerde dil çalışmalarının ileri gidebilmesi için önce ilgili dillerin söz hazinesinin ortaya konulması gerekir.
En önemli konulardan biri olan alfabe sorunu da tam anlamıyla ve istenildiği gibi çözümlenemedi.

2. Sivil toplum kurumları : Özellikle son çeyrek asırda sivil toplum kurumları veya örgütleri adı verilen oluşumlar bütün dünyada çok etkili olmaya başlamışlardır. Bu oluşumların başta gelenleri enstitüler, vakıflar ve derneklerdir.
Rahmetli Turan Yazganın kurduğu ve uzun süre başkanlığını yürüttüğü TDAV’ın çeşitli Türk ülkelerinde açtığı liseler ve üniversiteler önemli ve takdir edilmesi gereken etkinliklerdir.

Sayın Yahya Akengi‘nin kurduğu ve yönettiği TÜRKSAV‘ın Türk dünyasıyla ilgili çalışmaları takdirle karşılanmaktadır. Keza Erdoğan Aslıyücenin kurduğu Hoca Ahmed Yesevi Vakfı Türk dünyası ve kültürüyle ilgili çalışmalarını başarıyla sürdürmektedir.
Ayrıca başka bir çok vakıf ve derneğin çalışmalarını da belirtmeliyiz. Bunların bir kısmını dinsel vakıf ve dernekler teşkil eder.
Bu bağlamda en önemli başlıklardan biri iktisadi, ticari, sınai ilişkilerdir. Bu konuda bir çok ilerlemeler ve gelişmeler yaşanmıştır. Bunların daha çok gelişmesini dileriz.

3. Toplumlar arası (sosyal) ilişkiler  
Sovyetlerin yıkılmasından sonra başta Türkiye olmak üzere Türk ülkelerinde yüzlerce hatta binlerce bilimsel, sanatsal, yönetsel vb. kurultay, konferans, kongre, sempozyum, çalıştay düzenlendi. Bunlar yazarların, şairlerin, sanatçıların, bilimcilerin birbirleriyle tanışmasını, kaynaşmasını, bağlantı kurmasını, gidip gelmesini kolaylaştırdı. Bu durum bilim, kültür, sanat alanlarında kaynak, görüş alış verişi ve özellikle sosyal bilimlerde ilerlemeler sağlanmasını bereberinde getirdi.
Türk ülkeleri arasında bu tür kültürel etkinliklerin yanında turistik gezilerin artması, Türklerin birbirlerini ve yekdiğerlerini tanımaları için çok önemlidir. Bu meyanda sadece Türk ülkeleri arasında turizm işi yapacak firmaların kurulması ve bunların sayılarının artması çok önemlidir.
 
Toplumlar arasında gelişen ilişkiler evlenmeleri de beraberinde getirmiştir. Evlilik yoluyla kurulan bağlar en güçlü bağlardan biridir.

4. Bireysel çalışmalar 
Buraya kadar devlet, kurum ve toplumlar arası ilişki ve faaliyetlerden söz ettik. Özellikle devletlerin çalışmaları belirleyici role sahiptir. Kurumlar da pek önemlidir. Fakat bireylere, fertlere de çok önemli görevler, işler düşmektedir. Yeri gelmişken bireyci bir görüşe sahip olduğumuzu, bireyin çok önemli bir varlık olduğuna inandığımızı belirtmek, bireylerin çok önemli işler yaptıklarını, devlet ve toplumların hayatında çok büyük roller oynadıklarını vurgulamak isteriz.
Birey deyip geçmemek lazım. Dünya tarihinde bir çok bireyin ne kadar önemli, belirleyici, kalıcı, tarihin akışını değiştirici roller oynadıklarını unutmayalım. Bunun en bilinen örneklerinden birisi Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürktür. Edison da, Ayınştayn (Einstein) da birer ferttir. Edison’un yaptığı icatların, Ayınştayn‘ın ortaya attığı fikirlerin dünyadaki yaşamı ve tarihi nasıl değiştirdiğini hepimiz biliyoruz. Konumuz kültür olduğu için kültürden örnek verelim:

Hoca Ahmet Yesevi olmasaydı, belki bugünkü Türk dünyası olmayacaktı? Kaşgarlı Mahmut olmasaydı bin yıl önceki Türkçeyi nasıl bilecektik; Türkçenin o zamanki 9 bine yakın kelimesinden nasıl haberdar olacaktık? Kaşgarlı Türk yurtlarının Çinden Ruma kadar uzandığını, bütün bu coğrafyalarda Türkçe konuşulduğunu söylüyordu. Bu gün de Türk dünyası Çinden Balkanlara uzanıyor, bu coğrafyalarda Türkçe konuşuluyor. Sözü uzatmayalım. Kısaca demek istediğimiz şu:

Devletleri, kurumları bir yana bırakalım. Onlar çalışmalarını yürütsünler. Ancak her fert her hangi bir konuda bilim, kültür, sosyal etkinlik, okul vb. bir şeyler yaparsa, ülkelerimiz daha çabuk kalkınır, ilerler. Yukarıda Türk dillerinin sözlüklerinin bir çoğunun yayımlanmadığını söyledik. Şu ana kadar Türkiyedeki bir çok resmi, yarı resmi kurum bu işi başaramadığına göre iş fertlere düşüyor. Cemil Meriç sözlükleri fertlerin yazdığını söyler. Demek ki sözlük yazmak, çevirmek, basmak, bastırmak bir anlamda fertlerin işidir. Her birimiz başka fertlerle uğraşmayıp eleştiriden, boş ve lüzumsuz konuşmadan vazgeçip kendi alanımızda kozamızı örersek, ülkelerimizi, Türk ülkelerini daha çabuk ve daha çok kalkındırırız. Herkesin kendi alanında ürettiği hizmetler toplanınca bir yekün teşkil eder. Birey tek başına olmakla birlikte yapacağı bir çalışmayla ülkesine, insanlığa büyük yararlar sağlayabilir. Atatürk, Yesevi, Kaşgarlı Mahmut, Edison, Ayınştayn vb. gibi.

Sonuç olarak çeyrek asırda çok şeyler yapıldı. Ama yapılanlarla yetinmemeli, daha çok çalışarak daha çok şeyler yapmalıyız. Belirttiğimiz üzere özellikle Türk öbeklerinin sözlüklerini bir an önce ülkemizde yayımlamalıyız. Bitki bilimcilerimiz Türk dünyasının biteyini (fulorasını), hayvan bilimcilerimiz Türk dünyasının direyini (faunasını), coğrafyacılarımız Türk dünyasının coğrafyasını bizzat yerinde incelemeli, var olanı ortaya koymalıdırlar.

 [1] Kseniya Evdokinenko, Tengri (Astana hava yollarının dergisi), Mamır - Mavsım (Mayıs - Haziran) 2016, 3 (62) sayı, 110. s.