Irak Türklerinin ana Türk kitlesi ve Türk devletinden ayrı düşmeleri neredeyse yüz yılı doldurmak üzeredir. Maalesef 1918 yılından bu yana Irak Türklerinin çilesi azalmamış, aksine artmıştır. Görünen o ki, çile yakın bir zamanda da dolmayacaktır (Kerkük M

Irak Türklerinin ana Türk kitlesi ve Türk devletinden ayrı düşmeleri neredeyse yüz yılı doldurmak üzeredir. Maalesef 1918 yılından bu yana Irak Türklerinin çilesi azalmamış, aksine artmıştır. Görünen o ki, çile yakın bir zamanda da dolmayacaktır (Kerkük Mondros mütarekesinden sonra 10 Kasım 1918, Musul 18 Kasım 1918’de İngilizlerin işgaline uğramıştır).

1. Geçmişte yapılan bazı yanlışlar

Türkiyenin 1923’ten sonra Kıbrıs Türklerinin ana vatana göçünü kabul etmesi ve gitgide adanın boşaltılmasına meydan vermesi yanlıştı. Yıllar sonra Türkiye ve Kıbrıs Türkleri bu yanlışın cezasını ağır ödedi ve hâlâ da ödemektedir.

Türkiye aynı hatayı Irak Türkleri konusunda da yapmıştır. Türkiyenin 1926’da İngilizlerle anlaşma yaparken, Irak Türklerine kültürel ve yönetsel haklar talep etmesi gerekirdi. Maalesef Türkiye bunu yapmamıştır. Oysa alınması kabul edilen ve hiç bir zaman tam alınamayan petrol gelirinin yerine kültürel ve idari haklar alınabilirdi ve alınsa kuşkusuz daha iyi olurdu.

2. Irakla ilişkiler

Türk-Irak ilişkileri 1958’e kadar sorunsuz seyretmiştir.

Türkiye 24 Şubat 1955’te Irak, İran, Pakistan ve İngiltere’yle Bağdat paktını imzalamış, pakt Irakta tepkiyle karşılanmıştır. 14 Temmuz 1958’de general Abdülkerim Kasımın darbesiyle Irak’ta krallık yıkılmış, cumhuriyet kurulmuştur. Türkiye bunun üzerine Irağa müdahale etmeyi düşünmüş, ABD’nin baskısıyla vazgeçmiştir.

Darbeyle birlikte Türkiye’nin 1958’e kadar Irakla olan iyi ilişkileri bozulmuştur. Diğer Arap devletleriyle, başta Mısır ve Suriye olmak üzere ilişkiler zaten bozuktu. Türkiye 1957-58’de “komünizm gelecek” diye Türk ordusunu Suriye sınırında bir yıl teyakkuzda tutmuştur. Fakat aynı durum Irak için vaki olmamıştır.

Darbeden sonra Molla Mustafa Barzani Irağa dönmüş, Irak gittikçe Sovyetlere kaymaya başlamıştır. Darbenin birinci yıldönümünde 14 Temmuz 1959’da Kürtler, Kerkük’te Türkleri katletmişlerdir. Kerkük katliamı olarak tarihe geçen bu olay belleklerde unutulmaz bir iz bırakmış ve Irak Türklerini Türk kamuoyunda tanıtan esas itibariyle bu katliam olmuştur. Türkiye’de hükümetin izniyle “Irak Türkleri kültür ve yardımlaşma derneği” kurulmuş ve ondan sonra Irak Türkleriyle ilgili haberler basında sık sık yer almıştır.

Kerkük katliamının failleri Irak hükümetince hiç bir cezaya uğratılmamışlardır. Bunun üzerine Türk toplumu faillerin cezasını kendisi kesmiş, ihkak-ı hak yöntemiyle gereken cezaları vermiştir.

3. Türkiye’nin Dış Türkler politikası

Türkiye’nin Dış Türkler politikası “bizim başımızı belaya sokmayın, olduğunuz yerde rahat oturun” şeklinde özetlenebilir. Hiç bir puroblem olmaması en iyisidir. Çünkü bu durum “ne bulaşsın ne koksun” durumudur. Ancak sorunu çıkaran Türk toplumu değil de, karşı taraf olursa ve mecburen olaya müdahale zorunda kalınırsa, bunun ırksal veya dilsel bağlantılar dolayısıyla yapılmadığı vurgulanır. Mesela Özal, Bulgaristan Türkleriyle ilgilenme gerekçesini sosyolojik bağlara değil, insan haklarına dayandırmıştı.

Hukuksal temeli olmayan sorunlarla ilgilenilmek zorunda kalındığı zaman “ne şiş yansın ne kebap” ilkesi öne çıkar. Bu politikalar “korkak tüccar ne kâr eder, ne zarar” ata sözüyle de hulasa edilebilir. Lakin bu da olmamıştır. Tam aksine korkak tüccar zarar etmiş, başka söyleyişle iflas etmiştir. Yani özetin özeti Türkiye’nin Dış Türkler politikası “idareyi maslahat” olarak ifade edilebilir. Bugün Türkiye’nin Irak ve Suriye’de geldiği durum bunun göstergesidir.

4. Türkiye’nin Irak Türkleri politikası

Türkiye’nin Irak Türkleri politikası da aynıdır. 1959’da “Irak Türkleri kültür ve yardımlaşma derneği” kurulurken de, ondan sonra da durum değişmemiştir. İç kamuoyuna “ilgileniyoruz” mesajı verilmiş, ilgili devletler nezdinde ya etkisiz girişimlerde bulunulmuş, belki de hiç bir girişimde bulunulmamıştır. Bugün de durum aynıdır. Ancak bu böyle gitmemeli, değişmelidir.

5. Irak Türk toplumunun hataları

Irak Türklerinin en büyük hatası kendilerine değil, kayıtsız şartsız Türkiye’ye güvenmeleri olmuştur. Aslında Irak Türklerinin Türkiye’ye güvenmelerini bir ölçüde anlayışla karşılamak lazımdır. Çünkü Türkiye devlet, hem de büyük bir devlettir. Koskoca devlete güvenmeyeceklerdi de kime, nereye güveneceklerdi? Koskoca Türkiye bir şey diyorsa bir bildiği var demektir. Dolayısıyla “Türkiye ne diyorsa yapmalıyız” siyaseti güdülmüştür. Bu durum Irak Türk toplumunun ve aydınlarının hataları için hafifletici nedendir ama bütün kusurlarını ortadan kaldırmaz.

Irak Türklerinin esas hataları, bu güvenin belli bir zaman sonra boş olduğunu anlayamamaları olmuştur. Halbuki 1959’dan, 1970’lere, 1980’lere ve oradan 1990’lara uzanan çizgide Türkiye’ye güvenin bir şey getirmediğinin görülmesi gerekirdi. Bu anlayamamada Türkiye’deki Irak Türk kökenli aydınların da rolleri vardır. Çünkü onlar da bunu görememişlerdir. Göremeyiş nedenlerinden biri cumhuriyet devri Türk devlet ruhunu anlayamamalarıdır. Bunun sebebiyse bilgisizlikle birlikte Türklerin düşünmeyi pek sevmemeleri ve felsefe dediğimiz düşünce disiplininden uzak olmalarıdır. Dolayısıyla Irak Türklerinin aydınları eldeşlerini uyaramamışlardır.

Başkaları uyarmamış mıdır? Uyarmıştır! Bunlardan biri ve belki de ilki bu satırların yazarıdır. Bundan 22 yıl önce, 1992’de, yine böyle karışık bir ortamda, havanda su dövüldüğünü görerek, 9 Ekim 1992 tarihli Ortadoğu gazetesinde, Türkmenistan Türkleri Dayanışma Derneği başkanı sıfatıyla aynen şöyle yazmıştık:

“Kürt Meclisi ve Kürt önderlerinin böyle yanlış, tehlikelerle dolu kararlar almalarında Iraktaki Türk toplumunun ve onun dışarıdaki örgütlerinin de hataları olmuştur. Bu örgütler Irak Türk toplumunu hiç bir şekilde aktive edememiş, inisiyatif kullanamamış ve devamlı güdümlü politika uygulamışlardır. Halbuki mücadele taktik ve stratejisini kendileri tespit etselerdi, bugün 36. enlemin kuzeyinde silahlı bir Türk gücü bulunabilir, Türk sınırına kadar uzanan Türklerle meskûn köyler iyi bir teşkilatlanmayla silahlı kuvvetlere dönüştürülebilirdi (Celal Talabani iki yıl evvel verdiği bir beyanatta kendi idaresinde çarpışan Türkmenlerin olduğunu söylemişti). Bağımsız siyasetler tatbik edilseydi, bu Türk gücü şimdi dikkate alınan bir kuvvet olurdu.

Son gelişmeler üzerine bir açıklama yapan Irak Milli Türkmen Partisi genel sekreteri Muzaffer Arslan ise Kürt federe devletinin bağımsızlık ilan etmeyeceğine inandığını belirterek, Kuzey Irak’taki güvenlik bölgesinin 34. enleme kadar indirilmesini talep etmektedir.

Arslan’ın partisi adına Türk, Kürt, Amerikan yetkilileri ve Irak muhalefetiyle görüşmeler yaptığı herkesin malumudur. Anlaşılacağı gibi Türkiye’den Özal (hükümet değil) ve Iraktan Talabani, Arslan’a bazı vaatlerde bulunmuşlardır. Arslan da şu andaki devlet büyüklerine has olan iyi niyet ve saflıkla Özal ve Talabani’nin vaatlerine kanarak, güvenlik bölgesinin 34. enleme kadar indirilmesini, sonuçlarını hiç düşünmeden safdillikle isteyebilmektedir (Tıpkı Talabani ve Barzaninin Türk yetkililerini kandırdıkları gibi. Hatırlanacağı üzre iki lider Türkiye’ye hükümet kurmayacaklarına dair teminat vermişlerdi. Fakat sözlerinde durmamışlar önce hükümet, sonra federe devlet kurmuşlardır. Yarın herhalde devlet kurarlar).

Öteden beri silahla hiç bir ilgisi bulunmayan Kerkük Türklerinin Talabani ve Barzani’nin kuvvetleri önünde Kerküğü nasıl koruyacakları doğrusu meraka şayandır. 1959, 1991 katliamları daha tazeyken güvenlik bölgesinin 34. enleme indirilmesini savunmak ilerde Kerküğün Kürtlerin eline geçmesine alet olmaktan başka bir sonuç getirmeyecektir. Kerkük bir kere Kürtlerin eline geçerse Kürdistanın bağımsızlığı, emperyalistlerin de desteğiyle kaçınılmaz ve önlenemez olacaktır.

Kerkük ve Irak Türklerinin kendilerine ait federe bir devlet kurmalarını, haklarını elde etmelerini biz de canı gönülden arzularız. Ancak hiç bir silahlı gücü olmayan ve Türkiye devletinin de kendilerine yardımcı olmayacağını bildiğimiz Irak Türk toplumunun, Kerkük bölgesini elinde tutabileceğinden şüphe ederiz.

Bir toplumu temsil ettiklerine inananlara tavsiyemiz, başkalarının işine yarayacak oyunlara alet olmamalarıdır. Eğer bir şey yapılmak isteniyorsa bu ancak o parti, örgüt veya toplumun kendisine güvenmesi ve kendi gücü sayesinde olur. Çünkü Kerküğü kimse Türklere vermez. Alınırsa silahla alınır. Irak Türk toplumunun kurtuluşu silahlanmada ve savaşmadadır. Türk toplumuna rağmen Kerkük Kürtlere verilirse kan çıkar. Bu da herkesin zararına olur. Bu böyle biline…“