Ahlaka aykırı ifadelerin sınırlanmasının ya da yasaklanmasının konu

edildiği yargı kararları, hukuk-ahlak ilişkisinin felsefe alanıyla sınırlı

kalmayıp hukuk bilim alanında da tartışılmasını mümkün kılmaktadır.

Hukuki pozitivizm düşüncesine göre yalnızca insan yapımı yasalar hukuki bilişin konusunu oluştururlar. Ahlak normları gibi insan yapımı

olduğu halde siyasi iktidar üzerinden getirilmeyen veya aşkın güçlerce getirildiği düşünülen normlar ise hukukun konusu değildirler.

Bu tespit, hukuki bilişin dışında bırakılan türdeki kuralların hukuka kaynaklık edemeyeceğini/ilham olamayacağı veya etmemesi/olmaması gerektiğine denk gelmemektedir.

Buna örnek olarak çalma eyleminin hem dinlerde, hem çoğu toplumun ahlak kurallarında, hem de ceza kanunlarında yasaklanmış olmasını örnek gösterebiliriz. Bizim burada uluslararası ve ulusal insan hakları hukuku, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi (AYM) içtihatı bağlamında ele aldığımız ahlak davalarının konusu ise kategorik emirleri içeren türde bir ahlak kavramı değil, hukuk normlarının arasına alınmış olan ahlak

kavramıdır.

Yukarıda sınırı çizildiği biçimde “hukuk normu haline getirilmiş ah-lak” kavramı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) ve Türk hukukundaki birtakım düzenlemelerde karşımıza çıkmaktadır. AİHS, 10. maddesinde ifade özgürlüğünü güvence altına alırken, hakkın sınırsız olmadığını ortaya koyan biçimde “ahlakın korunması” unsurunu ifade özgürlüğünü koşullara, sınırlamalara ve yaptırımlara tabi tutan meşru amaçlar arasında saymıştır.

Ulusal hukukta ise 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) 225 ve 229. maddeleri arasında hayasızca hareketler, müstehcenlik, fuhuş, kumar oynanması için yer ve imkan sağlama ve dilencilik fiillerini “Genel ahlaka karşı suçlar” başlığı altında suç olarak nitelendirilmiş ve yaptırıma bağlamıştır. Türk idare hukukunda ise

2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun (PVSK) 11. Maddesi “Polis; A) Genel ahlak ve edep kurallarına aykırı olarak; utanç verici ve toplum düzeni bakımından tasvip edilmeyen tavır ve davranışta bulunanlar ile bu nitelikte söz, şarkı, müzik veya benzeri gösteri yapanları [...] C) Genel ahlâk ve edebe aykırı mahiyette her türlü sesli ve görüntülü eserleri, kaydedildiği materyale bakılmaksızın üreten ve satanları, Herhangi bir müracaat veya şikâyet olmasa bile engeller, davranışlarının devamını durdurarak yasaklar, sanıklar hakkında tanzim olunacak evrakı derhal şikâyete bağlı suçlar hakkındaki evrakı da şikâyet ve müracaat vuku bulduğu takdirde adliyeye tevdi eder” ifadesine yer vererek

kolluk gücünü genel ahlakı denetlemekle görevlendirmiştir.

TCK’da genel ahlakın ve özellikle müstehcenliğin tanımı yapılmamıştır. Öte yandan, genel ahlak başlığı altına alınan suç tiplerinin genellikle yetişkinleri değil, çocukları korumaya yönelik bir içeriğe sahip olduğu gözlenmiştir. PVSK’da ise 11. maddenin ilk fıkrasında yüzeysel bir tanım verilmiştir. Burada spesifik olarak hangi davranışların genel ahlak ve edep kurallarına aykırı olduğu bilgisi verilmemekte ve kolluğu bu normun içeriğini dilediği biçimde doldurma yetkisi verilmektedir.

İdare hukukunda da bu husus farklı görüşlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bir görüşe göre, kolluk tarafından temel olarak korunan kavram olan “kamu düzenini” ilgilendiren güvenlik, esenlik, sağlık gibi kategorilerin somut, genel ahlakın ise soyut bir kategori olduğunu vurgulamış ve ahlaka aykırı unsurların kişinin düşünce alanında soyut biçimde kaldığı sürece denetlenmeyeceğini, dışa vurulduğu anda maddi (dışsal) bir nitelik kazanıp denetime tabi olacağını savunmaktadır.

Dolayısıyla bu görüşe göre ahlak tartışmaya açık, muğlak bir kavram değildir ve tamamen hukuk içinde çözülebilir niteliktedir. Bu görüşün karşısında ise

ahlaka aykırı olduğu düşünülen davranışların kolluk faaliyetine tabi kılınması için ancak toplumun tepkisini çekmesi ve toplum düzenini bozması gerektiği savunulmaktadır. Buna göre kolluk bu denetimi yaparken  yalnızca anayasa ve kanunlardan aldığı yetkilerle hareket etmeli, yetkisini kişilerin düşünce ve inanç alanına el atmadan kullanmalı ve politik çıkarları uğrunda kullanmamalıdır.

İkinci görüşle uyumlu biçimde, gayri ahlaki davranışın tek başına kamu düzenini bozucu nitelikte değerlendirilemeyeceği, kamu düzeninin bozulması kavramına özgü özel şartların aranması gerektiği vurgulanmaktadır.

Materyalist görüş denen bu görüşe göre, genel ahlakın kamu düzeninin bozulması nedeniyle uygulanacak müdahalelere temel oluşturabilmesi için ya dirlik ve esenlik unsuru bakımında örneğin gürültü gibi huzur bozan bir davranışın  var olması, ya güvenlik unsuru bakımından örneğin can veya mal kaybı  yaratan bir olayın var olması, ya da sağlık unsuru bakımından örneğin

bulaşıcı bir hastalığın önlenmesi çabasının var olması gerekmektedir.

Kavramın ceza hukukunun aksine idare hukukunda olduğu gibi daha

somut olarak hukuk sisteminin içine alınması dahi hak ve özgürlüklerin

sınırlandırılmasının kaygan bir zemine kaydırmasına engel olamamaktadır. Zira genel ahlaktan ne anlaşılacağı kolluğa bırakılmaktadır. (Arca Alpan)

Sağlıcakla kalın…