Havalar serinledi.

Belki son bir iki sıcak akını daha olacak, sonra soğuk.

***

Nasrettin Hoca kışı da sevmezmiş, yazı da…

Sormuşlar:

-          Ne sıcakları seversin, ne soğukları, ne iştir?

Hoca cevap vermiş:

-          İlkbahara sözüm yok, ona bayılırım işte!

***

Nasrettin Hoca, belki ilkbaharda ağaçların gıdıklanmasını, gülümseyerek kımıldanışını seviyordur;  belki de sonbaharda, güneşin sarı ışığını bulutların arkasına çekmesine, doğada ortaya çıkan kurşuni renkli manzarasına, serin rüzgârlarını ya da gitgide taneleri büyüyecek olan yağmurların habercisi olmasına hayrandır.  

***

Ben, Nasrettin Hoca gibi düşünmüyorum.

Bana göre, ilkbaharla sonbahar, keçiboynuzu gibidir; bu yıl bölümlerinden bir damla tat almak için, bir lokma sıcağı, bir parçacık soğuğu duymak için yığınla posa çiğnemek ister.

Bence, yazın başlangıcıyla kışın başlangıcı, yani ilkbaharla sonbahar, içine yarıdan çok su katılmış süt gibidir; süt desen tadında değil, su desen berrak değil.

Kanımca, 15 yaşında biri nasıl ne çocuk ne delikanlı, 50 yaşında insan nasıl ne genç ne de ihtiyar değilse, ilkbaharla sonbahar da, işte tıpkı öyledir.

Kestirmeden gidecek olursak, ilkbahar ve sonbahar, yıl bölümlerinde ‘ikisinin ortasıdır.’

İşte ben bundan anlamam!

Bir başlangıcın şaşkınlığını, bir bitişin afallığını yaşayan ilkbahar ile sonbahar, renkleri, kokuları ve çizgileriyle cılızdır, siliktir.

***

Mademki sözü havalardan açtık, sözü, bizim yerel medyanın hava durumuyla kapatsak, dişe dokunur bir yararı olur mu?

Girişelim…

Medyanın şamatası sizi aldatmasın!

Bizim camiada hava gül gülistan kokmuyor, kurşun gibi ağır.

Gazete ve gazetecilerin derdi ortak:

Tiraj…

Okur sayısı azlığı…

Reklam gelirlerinin yetersizliği…

Gelir/giderde dengesizlikler…

Peki, felah nasıl bulunacak?

Şimdi yine birileri çıkıp, ateşin üzerinde eski bir kazan olduğumu unutarak aklın varsa kendine sakla diyecek; ama dedik bir kere, havadan bir yazı olmasın, dişe dokunsun:

1-    Medya patronları, gazete ve televizyonculuk manasında Nasrettin Hoca gibi ilkbahar ve sonbahara bayılmaktan vazgeçsin.

2-    Gazeteciler cesarete gelerek, sorumlu habercilik anlayışıyla gerçek gündeme eğilip, haksızı, uğursuzu, hırsızı, arsızı, haramzadeyi ‘kış soğuğu’ gibi tir tir titretsin.

3-    Hem patronlar hem de basın çalışanları, geniş halk kitlelerinin ‘yaz sıcağı’ gibi sımsıcak yüreğinde yer bulmanın ancak bu yolla mümkün olduğuna yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde sonsuz inansın.

Bakın bakalım, geniş kitleler bunu başaran gazetenin tirajını patlatacak mı?

***

Ben, yine de Hoca Nasrettin gibi sakalımın olmadığını biliyorum!