MEB-DER Genel Başkanı Ali Akıllı, “Toplumun verdiği roller, görev ve sorumluluklar, toplumun bireyi nasıl gördüğü, algıladığı, beklentileri ile ilgilidir. İnsan doğuştan kendisini eşsiz ve benzersiz görme eğilimindedir. Bu eğilimi destekleyen değerler sevilir, desteklenmeyen değerlerden kaçılır. Hiç kimse aynı beyne ve kişiliğe sahip olmadığına göre çatışma işte burada başlamaktadır. Toplumsal bir sorun olan kadına yönelik şiddet en yaygın insan hakları ihlalidir ve suça eğilimi artırır.  Aile içerisinde ekonomik, fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet olarak ayrı başlıklarda incelenebilir. Şiddet, yalnızlık, utanma, başarısızlık, suçluluk, yetersizlik ve değersizlik hissi, konsantrasyon güçlüğü, özgüven kaybı, madde bağımlılığı ve şiddete bağlı rahatsızlıklar meydana getirir. Şiddet ortamında büyüyen çocuklarda şiddeti önleyemedikleri için suçluluk hissederler. Hırsızlık, okuldan kaçma, kavga gibi davranış bozuklukları diğer çocuklara nazaran daha sık görülür” dedi.

MEB-DER Bi Dünya Kadın Projesi Eğitmeni eğitimci ve sosyolog Necmettin Akgül yaptığı sunumda farklı coğrafyalarda yaşayan kadınların durumuna değindi. Buna göre; Çinlilerde kadın, insan sayılmaz, ona isim bile verilmezdi. Ailede kadın söz sahibi değildi, boşanma hakkı erkeğe aitti. Eski Çinlilerde kadın kocasının kölesi sayılır, kocası ve çocuklarıyla birlikte yemeğe oturamazdı. Ayakta durur, onlara hizmet ederdi. Fars toplumunda kadın, kocasına mutlak itaate mecbur tutulmuştu. Bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi normaldi. Hatta kan bağı nikâha mani olmuyordu. Romalılarda kadın hiçbir zaman hür değildi. Eski Romalılar kadını her kötülüğün anası saydıkları için evliliği benimsemezlerdi. Eğer kadın kız doğurursa veya sakat çocuk doğurursa kocasının onu öldürme hakkı vardı. Kocası öldüğü zaman kadına miras kalmazdı. Kadının ev işlerini ihmal etmesi boşanma sebebi sayılmaktaydı. Kadının mahkemeye gidişi ve şahitliği yasaktı. Slav toplumunda kadın,  eşya durumundadır. Ruslarda kadın ölen kocasıyla birlikte gömülmektedir. Hint toplumunda birden fazla kadınla evlilik normal olarak görülmekteydi. Dul kadınlar yeniden evlenemezdi. Ölen kocasının öbür dünyada da onun sevgisine ihtiyacı olduğu düşünülerek yakılarak öldürülürdü. Eski Yunanlılarda kadının saygı değer bir yanı yoktu.  Eşyadan farksız olan bir kadın, tıpkı diğer mallar gibi miras kalır veya birine bağışlanabilirdi. Yakın akraba ile evlenmeler çoktu. Moğol toplumunda aile, anaerkil bir özellik göstermekteydi. Dıştan evlenme vardı. Evlenmede kızın rızasına ihtiyaç duyulmazdı. Çok evlilik normal olup dul kalan kadınların yeniden evlenmeleri yasaktı. İslam öncesi cahiliye Arap toplumunda kadınlar genel olarak iki sınıf teşkil ediyorlardı. Hürler ve cariyeler. Araplarda evlenmek dinî bir mahiyet taşımadığından kadın ancak çocuk sahibi olduktan sonra aileye dâhil olabilmektedir. Kadınlar varis olma hakkına sahip değildi. Kız çocukları kabul görmeyip öldürülüyordu. İslam öncesi Türk toplumunda ve devletlerinde kadının temel nitelikleri “annelik” ve “kahramanlık” olarak karşımıza çıkmaktadır. Tek eşlilik Türk ailesinin vazgeçilmez bir özelliğidir. Hunlar döneminden itibaren kadın-erkek ayrımı yapılmadığı ve kadının erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edildiğinden kadınsız hiçbir iş yapılmazdı. Göktürklerde ve Uygurlarda kağanın karısı hatun, devlet işlerinde kocasıyla birlikte söz sahibidir. İlk Müslüman Türk devletleri hanedanlarına mensup kadınlar, özellikle siyasî ve idarî hayattaki ağırlıklarını muhafaza etmiş ve zaman zaman gereğini ifa etmişlerdir. Selçuklularda hatunlardan bazıları sarayda sultanın yanında değil geçici veya devamlı olarak başka bir şehirdeki sarayda kalırdı.  Sultanla birlikte otursun veya oturmasın hatunun emrinde küçük çaplı idarî ve askerî teşkilat, özel bir hazine, özel bir vezir ve diğer görevliler bulunmaktaydı. Osmanlı döneminde kadının durumuna bakıldığında aileyi oluşturan en önemli unsurlardan biri kadındır. Anadolu Bacıları Teşkilâtı olarak bilinen bu teşkilat kadınların belirli bir eğitimden geçmeleri ve sosyal hayatta rol almalarına imkan sağlıyordu.  Verilen bu eğitimler ile kadınların kimlik sahibi olmaları ve farklı alanlarda meslek sahibi olmaları amaçlanıyordu.  Teşkilât, kadınlar arasındaki yardımseverliğin, konukseverliğin, doğruluk ve merhametliliğin gelişmesine katkı sağladığı gibi Türk dilinin, Türk kültürünün ve İslâm anlayışının hanımlar arasında yayılmasını hızlandırmıştır” dedi.

Akgül sunumda ayrıca dünyada en az her 3 kadından 1’inin fiziksel veya cinsel şiddete uğradığına dikkat çekerek, “Avrupa’da her 4 kadından 1’i fiziksel şiddet görmüştür. Dünya üzerinde her ırk ve ülkeden dört aileden birinde aile içi şiddet görülür. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunun yaptırdığı bir araştırma sonucuna göre ülkemizde ailelerin % 34'ünde fiziksel şiddet, % 53'ünde sözlü şiddet uygulanmakta ve ev içi şiddet yoğun olarak yaşanmaktadır. Şiddet, eğitimli ve ekonomik geliri yüksek ailelerde de görülür. Şiddet uygulayanlara da, şiddet mağdurlarına da toplumun her kesiminde rastlanabilmektedir. Bununla birlikte, eğitimli ve yüksek ekonomik düzeydeki ailelerde şiddetin varlığını saklama eğiliminin daha yüksek olduğu görülmüştür. Pek çok mağdur ekonomik nedenler, toplumsal baskılar, çocuklarını zor durumda bırakmama, çaresizlik, nasıl yardım alacağını bilememe gibi nedenlerle evini terk edemez. Aile içi şiddete alkol kullanımını gerekçe göstermek, şiddet içeren davranışla ilgili sorumluluk almayı reddetmektir. Alkol, şiddet kullanımını artırabilir; ama ikisi farklı sorunlardır. Birinin tedavisi, diğer sorunu ortadan kaldırmayabilir. Hem şiddete doğrudan maruz kalan hem de annesinin, babasının veya kardeşlerinin sık sık küçük düşürüldüğüne, tehdit edildiğine ya da dayak yediğine şahit olan çocuklar şiddetten olumsuz etkilenir. Her iki durumda da çocuğun kendine saygısı, büyüklere duyduğu güven duygusu ve yaşam sevinci yara alır” diye konuştu.