Gençliğimizde ileri sürdüğümüz savlarımızdan biri de buydu: “Almanya 2. Dünya savaşında yerle bir oldu, yine kalkındı. Biz ondan önce kalkınmaya başladık hâlâ Almanyaya yetişemedik.”

Sonra düşününce işin aslının esasının hiç de öyle olmadığını anladık. Doğru, Almanya yerle bir olmuştu, başka bir deyişle yıkılmıştı ama mihrap yerindeydi. Almanyanın beyni, entelektüeli, yetişmiş, kalifiye elemanı, hepsinden önemlisi çalışma azmi ve disiplini sapasağlam yerinde duruyordu. Almanyanın öğretmeni, mühendisi, mimarı, doktoru, teknisyeni, ustası, işi bilen işçisi dipdiri, capcanlıydı. Almanya bu kadroyu 1871 ile 1945 arasında değil, işin en başından, 1453’lerden beri yetiştirmişti. Purusya ve sonra Alman birliğinin kurulmasıyla Almanlar güçlü bir devlete ve çalışma disiplinine kavuşmuşlardı.

Türkiye ise 1923’te başladığı yarışta 1945’e gelindiğinde öğretmen, mimar, mühendis, doktor, teknisyen ve saireyi daha yeni yeni yetiştiriyordu. Başlangıçtaki idealist ruh da 1946’da çok partili düzene geçilince siyaset tarafından paramparça edildi. Hâlâ yarı yarıya ideolojik bölünmüşlükle işi götürmeye çalışıyoruz. Götüreceğiz gerçi. Ama zorlanarak.

Çalışma azmi ve disiplini olan, ideolojik olarak bölünmemiş Almanya ise Türkiyenin yaklaşık 10 aylık ihracatını 1 ayda yapıyor. İki ülkenin de nüfusu aynı. 83 milyon.

Almanlarla ilgili bazı gözlemler ve anekdotlar

1. Osmanlı devlet adamı Sadık el Müeyyed (1858-1911), 1904’te yazdığı Habeş Seyahatnamesi eserinde 1890’da bulunduğu Almanyada şöyle bir gözlemini aktarır:

“Bundan on dört sene önce [1890]’da Berlinde bulunduğum sırada, bir pazar günü subay arkadaşlarımdan bir kaçıyla geziniyorduk. Hava birdenbire bozuldu. Besbelli şiddetli bir yağmur yağacaktı. Sığınacak bir yer bulmak gerekti. Evi, bulunduğumuz yere en yakın olan bir arkadaşımızın yanına gittik. Gerçekten de pek şiddetli bir yağmur yağmaya, sular yolun iki kenarında bir dere şeklinde akmaya başladı. ]Sokakta herkes kaçışıyordu. Biz de pencereden önümüzdeki büyük caddeye bakıyorduk. Yolu sulamakla görevli bir belediye memuru, bir hayvan tarafından çekilen iki tekerlekli fıçısıyla yoldaki su musluğuna kadar gelip hortumla fıçıyı doldurduktan sonra, nereye kadar sulanmışsa, oraya kadar gitti. Oradan itibaren yolu sulamaya başladı. O şiddetli yağmur altında, kendisine ait kısmı tamamlayıncaya kadar suladı durdu. Yağmurdan sırılsıklam olduğu halde hiç aldırış etmiyordu. Bu sırada ev sahibi yanımıza geldi. Bu adamın ne yaptığını sorduk. ‘Görevini yapıyor’ diyerek o da bu hali tabii gördü.”[1]

İşte 1890 yılında Almanyadan bir kesit.

2. Ş. S. Aydemir eserlerinde Almanları çalışkan, disiplinli, fakat kaba bulur. Tabi bu kabalık yabancılara, kendileri kadar gelişmemiş olanlaradır.

3. Gerçek bir olayı halen yaşayan köylümüz S. Uzundan bizzat dinledik:

“1971’de Almanyadaydım. Kaçak çalışıyordum. Araplar petrol ambargosu koyunca Almanya Türkiyeden işçi alımını durdurdu ve kaçak işçileri geri gönderme kararı aldı. Belli bir süreyi doldurmayanlar sınır dışı edilecekti. Benim süreyi doldurmam için 36 günüm eksikti. Türk arkadaşlarım durumuma üzülerek benim için para topladılar. Biraz da ben kattım. Toplanan parayı Alman memuruna verip 36 gün eksiğimi tamamlayacaktım. Yani memur beni Almanyaya 36 gün önce girmiş gösterecekti. Parayı memura götürdüm. Meramımı anlattım. Parayı da önüne koydum. Alman memuru düşündü, düşündü, düşündü. ‘Kamarat’ dedi. ‘Bu ancak Türkiyede mümkün olur.’ Süklüm püklüm gerisin geriye döndüm (2 Ağustos 2019, Kuruçam köyü).

4. İstanbul Şirinevlerdeki Ortopedi Teknisyen Okulu Türk-Alman işbirliğiyle kurulmuştu (1993-2001 arasında burada çalıştım ve buradan emekli oldum). Türk öğretmen bir vesileyle Alman yetkiliyi eğlenceye davet etmiş. Alman yetkili işi olduğu için kabul edemeyeceğini söylemiş. Türk öğretmen ısrar etmiş ve sonunda “Almanlar ne bilir eğlenmeyi?” deyince Alman yetkili patlamış. Verdiği cevabı yazmaya gerek görmüyorum.

Japonyanın yerle bir olması

Almanya gibi yerle bir olan, yine Almanya gibi kalkınan bir ülke de Japonyadır. O da 2. Dünya savaşında atom bombası yemiş, yerle bir olmuştu. Onun da Almanya gibi beyni, entelektüeli, yetişmiş, kalifiye elemanı vardı. O da Almanya gibi çalışma azmi ve disipliniyle doluydu. Japonya bu kadrosunu 1868’den sonra yetiştirmişti. Türkiye ise söylediğimiz gibi işe 1923’te başlamıştı.

Japonlarla ilgili bazı gözlemler ve anekdotlar

1. 1920’de Japonlarla tanışma olanağı bulan öğretmen, yazar Ahmet Kemal İlkul (1889-1966), Japonları şöyle tanımlar:

“Asya’nın her tarafında tesadüf edilen Japonların heyet-i umumiyesi memleketleri için bir menfaat gözetmekte ve takip etmektedirler. Her Japon dünyanın her tarafında bir memleket adamıdır ve bir Japon ferdidir. Bu hususta takip ettikleri gaye çok yüksek ve çok geniştir. Bu milletin her ferdi coşkun bir hamiyete ve vatanperverliğe maliktir. Bunların aldıkları milli terbiye kendi benliklerine has bir düsturdur. En seviyesiz görülen, zannedilen bir Japon memleketin menfaatini ve kendi menfaatini çok derin bilir ve görür. Bunlarda az söz, çok iş hakiki bir pirensiptir. Gözleri ne kadar küçük ise görüşleri o kadar geniş ve uzundur. Japonlar tuttukları her işin ehlidirler. Çok okurlar ve bilmediklerini öğrenmek için istihkar-ı nefs (kendilerine zulm) ederler. Bir hamalın, bir balıkçının ve bir kayıkçının dahi varlığı nispetinde evinde kütüphanesi vardır. Kendilerine dost olanlara çok yakınlık, zararlı olanlara soğukluk gösterirler. İlk gördükleri herhangi bir insan için derhal hususiyet göstermezler. Daima dinleyici bulunurlar. Bir Japonla dost olabilmek çok müşküldür. Onların müteaddit tecrübelerinden geçmek lazımdır. Fakat bir defa dost olunca bütün dünyaca hasis tanılan ve soğuk addedilen bu millet çok sahi [cömert] ve çok sıcaktır ve cana yakındır.

….Biz Zeban şehrine çıkınca doğruca bir Japon gazinosuna gittik. Orada sade ve sakin bir binanın içine Japon kaptanları, temiz giyinmiş tayfaları dolmuşlar; limanda mevcut Japon vapurları mürettebatı orada toplanmışlar, efendice oturuyorlardı. İş zamanında bir Japon istihkar-ı nefs eder (kendini yorar), işin hitamında çok temiz giyinerek amir ile memur fark edilmez.“[2]

2. THY eski genel müdürü Cahit Saraylı şöyle anlattı: “1970 veya 71’de Japonyaya gitmiştim. Bir fabrikayı ziyaret ettim. Fabrikada çalışan işçilerin yüzde otuzunun maske taktığını görünce şaşırıp nedenini sordum. Meğer işçiler hasta oldukları için maske takıyorlarmış, yani sağlıklı olan diğer arkadaşlarını hasta etmemek için. Bir kez daha şaşırdım.” (12 Temmuz 2019, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfında).

3. Bir hısımımız Japonyaya gitmişti. Olayı şöyle özetledi: “İki Japonla yemek yiyorduk. Ben müslüman olduğumu, domuz eti yemeyeceğimi söyledim. Bunun üzerine iki Japon birbirlerinin yüzüne baktılar. Meğer Japonlardan biri şintoist, öbürü hıristiyan imiş. Bu önemli değil. İşin önemli ve ilginç yanı şu. Biri şintoist, öteki hıristiyan olan bu iki kişi yirmi yıldır aynı iş yerinde çalışıyormuş, fakat yirmi yıldır birbirlerinin hangi dinden olduklarını dahi bilmiyorlarmış. Yani buna ihtiyaç duymamışlar. İlk kez o gün öğrenmişler.” (B. Bakanay, 17 Şubat 2018).

4. Japonyada bulunmuş bir arkadaşım Japonların işleri aksamasın diye iş esnasında konuşmaktan dahi kaçındıklarını anlatmıştı.

Sonuç

Japonya bugün 130 milyon nüfusuyla dünyanın üçüncü büyük ekonomisidir. Almanya bugün 83 milyon nüfusuyla dünyanın dördüncü büyük ekonomisidir. Belirttiğimiz üzere Almanyanın bir aylık ihracatı aynı nüfusa sahip Türkiyenin 10 aylık ihracatına denk geliyor.

Almanya ve Japonyanın takdir edilesi yanlarından biri de şudur: Bu iki ülke diğer bazı ülkeler gibi askersel ve siyasal olarak yayılmadan çok ekonomik gelişmeye, sanayi üretimine önem veriyorlar ve tabiri caizse böyle yayılıyorlar. Ama kimse onlara emperyalist diyemiyor. Çünkü çalışarak kazanıyorlar, böyle üstünlük sağlıyorlar. Elin adamına da “çalışma” diyemezsin ki?!. Çok istiyorsan sen de çalış!..

Gerçi bu iki ülkenin gelişmesini yenilmişlik duygusu da beslemiştir. Fakat yenilmeden önce de gelişmişlerdi, yenselerdi yine gelişeceklerdi.

Gelişmişliğin sonucunda Almanya 5’lere eklemlendi. İstese Japonya da eklemlenir. Japonyanın o taraklarda bezi yok. Üretiyor, malını satıyor, gönençli (müreffeh) ve saygın yaşıyor.

Gerek Almanyanın gerek Japonyanın bu noktaya gelmesinde savunma harcamalarının fazla olmaması da rol oynamıştır. 6 Haziran 2020’de Trump Almanyadan 9.500 asker çekeceğini söyleyince Almanlar karşı çıktılar (Geriye 25 bin Amerikan askeri kalacak). Çünkü Almanya çekilen askerin yerine kendi askerini koyacak ve tabi bunun için para harcayacak. Ne kadar kaçsalar da günün birinde ordu kurmayı isteyeceklerdir.

Sonuç olarak şunu söyleyelim ki biz Almanların ve Japonların çalışma azmi ve çalışma disiplinine hayranız. Bu iki ulustan gayrı dünyanın hiçbir ulusunda bu çalışma azmi ve disiplini yoktur. Amerikalılar, İngilizler, Fıransızlar dahil.


[1] Sadık el Müeyyed, Habeş Seyahatnamesi (1904), haz. Mustafa Baydemir, 1. b., Kaknüs y., İstanbul 1999, 24. s.

[2] Ahmet Kemal İlkul, Çin-Türkistan Hatıraları, haz. Yusuf Gedikli, Ötüken n., İstanbul 1997, 305, 306, 340. s.