Okulların açılmasına az bir zaman kaldı.  

Bu yıl önceki yıllardan farklı olarak son sınıf öğrencileri ve mezun üniversite adayları ilk kez dershane olmadan sınavlara hazırlanıp girecek.

Bu durum önceleri bir dezavantajmış gibi görünürken,  yaz tatilinin ortasından itibaren öğretmenlerimiz tarafından büyük bir fedakârlıkla başlatılan okul destek kursları ile birlikte bu günlerde sadece yersiz bir kaygıya büründü.  Belki de öğrenciler ilk kez okullarına bu kadar büyük bir aidiyet hissetti.

Okullarımızın değeri bundan sonra her geçen gün artacaktır ve tabi ki kalitesi de. Bu yıla kadar üniversite sınavlarına dershanede hazırlanan ve okulu sadece formalite olarak gören öğrenciler doğal olarak ikinci planda olan bir kuruma o kadar çok zaman ayırmayı bir yük, bir problem olarak görüyordu. İki başlı bir eğitim vardı çok net bir şekilde ayrışan ve çalışan. Bir tanesi devletin resmi kurumu ve milli eğitimin uzak genel ve yakın hedeflerine hizmet eden maddi kaygılardan uzak.  Diğeri ticari hedefleri olan milli eğitimin uzak ve genel hedeflerinden bihaber sadece sınava yönelik çalışma yapan özel teşebbüs.

Öğrenciler önlerinde önemli bir sınav olduğu için sadece üniversite sınavında soru çıkacak derslere odaklanıp sanat, spor, sosyo-kültürel, yabancı dil vb dersler görmek istemedikleri gibi miğfer derslerden soru gelmeyecek konuları bile görmek istemiyorlar. Durum böyle olunca asli görevi öğrencileri hayata hazırlamak olan okullar ister istemez geri plana atılıyor. Sorumluluk bilinci, farkındalık, duyarlılık, şefkat, merhamet gibi milli manevi değerlere bağlılık okulların en önemli görevlerindendir. Sanat ve sporun, sosyal faaliyetlerin öğrencilerin sosyo-kültürel ve kişisel gelişimlerine katkısı, bu etkinlikler esnasında öğrencilerin bir işi başarabilme yeteneği ve mutluluğu, bunu başarırken ekip ruhu ve işbirliği içinde olması azımsanacak kazanımlar değildir.

Hitler Rusya’yı işgal edemeyince; öğretmenler iyi yurttaş yetiştiremedikleri için kazanamadık demişti. Erbakan ise “Bir milletin asıl gücü; topu, tüfeği yahut tankı değil imanlı ve inançlı gençliğidir” diyordu.  Buradan da anlaşılacağı üzere ahlak ve maneviyat üzerine dizayn edilmeyen eğitim; sorumsuz, bencil, ahlaksız zekâyı getirir ki yakın tarihimizdeki banka hortumlamalarını en az iki üniversite mezunu olanlar tarafından yapıldığını hepimiz hatırlarız. Çocuklarımıza helal olan 3 ‘ün haram olan 4 ‘ten büyük olduğunu öğretmediğimiz sürece eğitimi adap ilim yolculuğu olarak tanımlayamayız ..

Okullarımız; idare, öğretmen, öğrenci, veli gibi saç ayakları üzerinde durur. Karar alma mekanizmalarında ne kadar çok paydaş olursa başarı da o derece artar. Okul idaresi ve öğretmenlerin hedefleri ve öğrencilerden beklentileri açık ve net olarak öğrenci ve veliler ile paylaşılmalıdır. Veli ve öğrenci okul kültürüne ayak uydurmakla birlikte bir üste taşıma gayretinde olmalıdır. Bunu başarmanın ilk adımı okulu sahiplenmekten geçer.

Okullar açılırken tüm tadilat, bakım onarım, temizlik ve boya işleri bitmiş hazır bir eğitim öğretim ortamı ve iyi bir oryantasyon ile başlamak,  öğrencilerin bireysel özelliklerine, yetenek ve kısıtlılıklarına dikkat ederek “sen değerlisin, bizim için önemlisin” mesajını vermek lazım. Bunun aksi zaten eğitim değil sistematik “miş” gibi yapmak oluyor…

Çocuklarımızı gerçekten geleceğin teminatı olarak görmek istiyorsak sadece akademik olarak değil milli manevi anlamda da donatmalıyız. Neticede kuş tek kanatla uçamaz...