Evet, “17 Ağustos 1999” sabahı saat 03.05’miydi yoksa 03.10’muydu tam olarak hatırlamıyorum.

Ancak TGRT ile telefon bağlantısını yaptığım ve bu görüşmeden sonra da dünya ile bağlantımızın kesildiğini biliyorum.

Zira o günlerde uzunca bir süre cep telefonu ile ne yakınlarımızla ne de başkaları ile görüşme imkânı bulamadık…

Sıcağı sıcağına TGRT’ye bağlandığım o saatlerde dışarıda gördüğüm manzara karşısında ne dediğimi, neler anlattığımı bilmiyordum.

Daha sonra canlı bağlantı kayıtlarını izlediğimde “o an” ile ilgili ağzımdan şu kelimeler dökülmüş;

“Adapazarı yerle bir oldu. Binlerce ölü olabilir. Sokaklar cesetlerle dolu. Enkazlar altında insanların çığlıklarını duyabiliyorum. Acilen yardıma ihtiyacımız var…”

Gerçekten de manzara öyleydi. Atatürk Bulvarı’nda tam bir “kaos” hakimdi. Herkes bir yana kaçışıyor ama kimse ne yaptığını, ne olduğunu bilmiyordu.

İnsanların yüzünde kelimenin tam anlamıyla ümitsiz, bitkin ve gelecek endişesi taşıyan ifadeler vardı.

Doğrusu Eski Reji Sokağı’ndan Atatürk Bulvarı’na yürürken gördüğüm manzara ve insanların enkaz altındaki çığlıklarını duyunca aynı endişe bizde de hâkim oldu…

Endişelimdim çünkü harabeye dönmüş bir şehrin kısa sürede ayağa kalkıp o eski günlerine döneceğini hiç sanmıyordum.

Adapazarı’nın tekrar ayağa kalkması, sil baştan imar edilebilmesi için aradan en az bir 10 yıl geçer diye düşündük.

O karanlık saatlerde gördüklerimiz o kadar kötüydü ki insanın geleceğe ümitle bakması mümkün değildi…

Geçtiğim her cadde ve sokakta apartmanlar bir pasta gibi çökmüş insanlara diri diri mezar olmuştu.

Eski Reji Sokağı bitmiş, Çark Caddesi’nin neredeyse tamamı yıkılmış, Bulvar’daki Belediye İşhanı olduğu gibi çökmüş, Adliye ve SATSO binasının yerinde yeller esiyordu.

İzmit Caddesi desen adeta haritadan silinmiş, neredeyse baştan aşağıya yıkılıp yok olmuştu. En kötüsü de Devlet Hastanesi’nin büyük hasar görmesi olmuştu…

Netice itibariyle o gece ve gün aydınlandıktan sonra yaşananları yazmaya kalksak gerçekten günler sürer.

Hele depremden kısa bir süre sonra “İHA’da” görevli arkadaşlarımızla yaptığımız haberlerde karşılaştığımız anıları kaleme alsak roman olur.

Dolayısıyla “17 Ağustos 1999’da hayat 03.02’de durmuştu.” Ancak 17 Ağustos akşamı yapılan anma töreni beni şaşırttı. Bu konuyu da pazartesi gününe bırakıyorum…